Genel seçim atmosferinde yaşanan yerel seçimlerin sonuçlarını irdelemek ve gereken dersleri almanın zamanı geldi artık.
24 Ocak 1980 tarihinde uygulamaya konulan neo-liberal politikaların hayata geçirilmesi için halkın devre dışı bırakılması gerekiyordu. Bunun için de 12 Eylül 1980’de darbe yapıldı. Söz konusu darbenin dayattığı yeni düzen (neo-liberal düzen), şimdilerde politik arenada olgunlaşmış meyvelerini veriyor.
Neo-liberal politikalardan beklentisi olan uluslar arası tekelci sermaye Türkiye’yi yeniden dizayn ederken 1983-1990 arasını firesiz geçti. 1990 sonrasında eski Türkiye alışkanlıklarından vazgeçmemekte direnen unsurların yeniden iktidarı ele geçirmesini hazmedemeyen tekelci sermaye, öncelikle bu grupların bölünerek işlevini yitirmesinin, sonrasında da yerlerine de kendi politikalarının uygulayıcısı güçlü muhafazakar bir yapının getirilmesinin planlarını çoktan uygulamaya koymuştu.
İşte, şimdi muhafazakar ama kitle tabanında güçlü bir siyasal akımla 3 dönemdir gerekenlerin tümü yapılıyor.
Piyasacı-işbirlikçi-muhafazakar (gerici) bu akımın siyasal arenadaki ismi herkesin de çok iyi bildiği üzere Adalet ve Kalkınma Partisi, yani AKP’dir. (Kendileri her ne kadar bu ismi AK Parti diye okusa ve kuruluş sözleşmesinde böyle tescil ettirse de, Türk Dil Kurumu’nun kısaltma kriterlerine göre kısa adı AKP’dir.)
Bu siyasal organizasyon, ‘’yeni Türkiye’’ tanımı altında, kamuculuğa karşı çağdaş model olarak sunulan piyasacılığın katıksız bir müttefikidir. Bu müttefiklik işbirlikçilikle bezenince arkasında sermaye gücü oluşturuyor. Din eksenli siyasal mücadele tercihini uygulamaya koyarak halkın da desteğini alınca ‘’gerici’’ kimliğini gizlemeden cumhuriyetin kazanımlarına saldırıyor ve ikinci cumhuriyetin paradigmalarını topluma dayatıp, yüzde 50 civarında oyla kabul görüyor.
Ardından gelsin seçimler…
AKP, sandıklarda türlü ayak oyunlarını da sergileyerek, her seçimde yükselen bir oy potansiyeline sahip olduğu konusunda halkı iknaya çalışıyor. Bu konuda kısmen de olsa başarılı. Eh, ne de olsa, Başbakanlık koltuğunda külhanbeyi görüntüsü ve tavrına sahip (delikanlı) bir siyasi kimlik oturuyor.
Siyaset-medya-ticaret üçgenindeki bu kusursuz buluşmanın doldurduğu tüm alanlarda, halk neo-liberal bir saldırı altında başını kaldıramıyor. Halk, gerçekten de boyun eğmiyor belki, ama söz konusu başkaldırısı ise neo-liberal politikaların uygulayıcılarının, ellerindeki silahlı güçlerle faşizan modelleri hayata geçirmesi karşısında yeterli olamıyor.
Kocaeli’ndeki, Ankara’daki, İstanbul’daki ya da bir başka ildeki seçim sonuçlarını irdeleyerek değerlendirme yapmaktan uzak duracağım. Çünkü, o veriler, 35 yıllık bir baskılamanın sonucu. Dolayısıyla, bu süreçte tavır koyulmamış olan ortamda çıkan sonuçlar üzerinden analiz yaparak halkı küçümsemek pek da haklı bir strateji olmasa gerek.
Dediğim gibi, 35 yıl önce planlanan buydu ve o plan şimdilerde gerektiği türden meyvelerini veriyor.
O yüzden, ‘’bu daha başlangıç, mücadeleye devam’’ diyen Gezi Direnişi ruhunun önemi ortada duruyor. Neo-liberal politikalara karşı olduğunu söyleyen, toplumsal yaşamı kamucu bir anlayışla yeniden örgütlemeye çalışan, ötesinde emekçilerin iktidarını hedefleyen kim varsa, önce farklılıklarını ortaya koyacak politik tanımlamaları halka anlatmak zorundadır.
Aksi halde, yapılanların pek değişmeyeceği, sermayenin ise kar etmek için kuralsız ve sistematik saldırılarının devam edeceği bir model içinde debelenip durulur.