Sevgili Gebze Haber Ailesi;
Hoş bulduk diyerek yazına başlamak istiyorum. Çocukların kendi kararları, tercih ve yönelimleri, zevkleri vardır. Onların, yaş itibariyle daha küçük olmaları, çocukları güçsüz ya da edilgen yapmaz. Aksine, çocukluk çağı, her insanın geçirdiği özel, potansiyeli olan ve görece uzun da bir dönemdir. Ancak her insanın çocukluğu geçiriyor oluşu, bütün çocukları aynı kılmaz. Çocukluk homojen bir yapı değildir. Evrensel bir çocuk yoktur. Her çocuk farklıdır, her çocuk özeldir, kendine özgüdür. Tıpkı her insan gibi.
Çocuklar da içinde yaşadıkları toplumda meydana gelen olaylardan etkilenirler. Savaşlar, ekonomik kriz, yoksulluk, deprem vb olaylar yetişkinleri olduğu kadar çocukları da etkiler. Buralardan etkilenme oranı ve çocukluğunun ne kadar süreceği ise içine doğduğu konuma göre değişir. İşçi bir aileye doğmuş bir çocuk çok hızlı büyüyüp çalışmak zorunda kalırken; varlıklı bir ailenin çocuğu uzun yıllar çocukluğu yaşar. Ama her biçimde, hangi sınıftan olursa olsun, çocuklar sadece çocuk oldukları için ezilir, yok sayılır, edilgenleştirilir ve birey olarak görülmezler.
Çarpık çocuk algısının yansıması olan bu bakış, çocukla yetişkin arasındaki hiyerarşik ilişkiyi derinleştirir. Oysa çocukların da, sadece çocuk oldukları özel bir dönemde olup kimi desteklere ihtiyaç duydukları için korunması gereken hakları vardır. Çocuklar ancak, hakları korunduğu, onlara saygı duyulduğu ve birey olarak kabul edildikleri zaman mutlu ve özgür bir çocukluk geçirebilirler.
Çocuğun hakkı çocuğa
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi 31 yıldır yürürlükte. Dünyada en fazla devlet tarafından imzalanan sözleşme. Sözleşme, tüm dünyada 18 yaşın altındaki her bireyi çocuk olarak tanımlıyor. Bu bir yandan şöyle önemli bir şeyi açığa çıkarıyor: Çocuklar söz konusu olduğunda, en genel çerçevede ortak paydada buluşulabiliyor. Öbür yandan bu sözleşme ön açıcı niteliği ve temel dayanak olması noktasında oldukça kıymetli; çocuk hakları savunusunda yaslanılacak nitelikte bir sözleşme.
Bütün maddelerini tek tek tartışmak zor ama öne çıkarmamız gereken dört temel ilkesi şöyle: Çocuğu etkileyen tüm faaliyetlerde “çocuğun yüksek yararı” gözetilir. Dil, din, ırk, cinsel kimlik gibi değişkenlerden dolayı çocuklar arasında “ayrım” yapılamaz. Sözleşmeye taraf devletler her çocuğun temel “yaşama hakkı”na sahip olduğunu kabul eder ve çocuğun hayatta kalması ve “gelişme”si için mümkün olan azami çabayı gösterir. Ve son olarak, sözleşme, her çocuğun kendini ifade etme, fikrini belirtme ve katılma hakkını tanır.
Bu temel ilkelerin yanında, çocuğun istismar ve şiddetten korunması, çatışma ortamlarında güvende olmaları, eğitim ve sağlık hakları, kültürel ve sosyal aktivitelerde bulunma hakkı gibi hakları da tanır ve bunların hayata geçirilip geliştirilmesi noktasında devletleri yükümlü kılar ama yaptırım uygulayamaz.
Ancak elbette bu sözleşme tek başına yeterli değil. Bugün, dünyadaki ekonomik kriz, afetler ve savaşlardan en fazla etkilenen nüfusu çocuklar oluşturuyor. Var olan ekonomik sistem ve devletlerin, çocuk algı ve politikaları, çocuk haklarının korunmasında en önemli engel olarak karşımızda duruyor.
Türkiye, çocuk haklarının korunması noktasında karnesi oldukça kötü bir ülke. Bırakılım çocuk haklarının dillendirilip, uygulanmasını; çocuklar için yaşam giderek daha da zorlaşıyor ülkede. Çocuk karşı fiziksel ya da psikolojik şiddetten istismara, çocuk işçiliğinden çocuk evliliklerine… Türkiye’nin, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin ana dil, azınlık ve etnik köken tanımlamaları geçen 17, 29 ve 30. maddelere çekince koyduğunun da altını çizmek gerekir.
Bütün bunların içerisinde çocukların haklarının olduğunu dillendirmek, bunlara dair farkındalığı arttırıp korunmalarını sağlamak önemli. Çocukların uğradığı hak ihlallerine karşı ses çıkarmak, yetişkinler olarak sürekli “burada çocuğun yararı ne” diye düşünmek de bir o kadar önemli. Çocukların haklarının hepsini bütünlüklü olarak ele almak ve toplumsal bir dönüşümün içerisinde çocuk haklarının da hayat bulmasını sağlamak gerekiyor. Bütünlüklü bir çocuk politikası, çocukların haklarını korurken aynı zamanda onların özgür ve eşit biçimde çocukluklarını yaşamalarını da sağlayacaktır.
Çünkü çocuğun hakkı çocuğundur. Yüzümüzü çocuklara döndüğümüz ölçüde bu mümkün olacaktır.