Yol Filminin çekimlerine ülkede, 12 Eylül karanlığı sürerken başlanmıştır. Darbe sonrası gözaltılar ve tutuklamalar devam etmekte, cezaevlerinden yoğun işkence haberleri gelmektedir. Özgürlük bağlamında dışarısı da içeriden farksızdır. Olağanüstü haller ve sokağa çıkma yasakları, korku ve tedirginlik had safhadadır.
Bu şartlar altında Yılmaz Güney’in yazdığı ‘’Yol’’ filmi senaryosuna sansür kurulunun onay vermeyeceği açıktır. Bu yüzden ‘Bayram’’ adında sahte bir senaryo, aşk filmi denilerek sansür kuruluna Tarık Akan tarafından sunulur. Yoğun tartışmalar ve ikna çalışmaları sonrası senaryo kuruldan geçer. Gerçek senaryo ise ilk, yönetmen Ender Kral’a sonra da Şerif Gönen’in ellerine teslim edilir.
Senaryoda cezaevinden izinli olarak çıkan 5 hükümlünün yaşamları, korkuları, umutları ve içlerini kemiren hesaplaşmaları işlenir. Film de, sıkıyönetimin yarattığı baskıcı yönetim tarzına, kaçakçılık ve Kürt sorununa da değinilir. Coğrafi zorluklar, geri kalmışlık, yoksulluk, ve tutucu geleneksel yapı da filmde gözler önündedir. Çekilen negatiflere el konulmasın diye kurye aracılığıyla parti parti İstanbul’a oradan da gizlice İsveç’e gönderilir. Firarından sonra filmin çekilen ham görüntüleri Yılmaz Güney 'in de başında bulunduğu bir ekip tarafından Fransa ’da kurgulanır. Ve Cannes Film Festivaline yetiştirilir.
Cannes, bugün olduğu gibi o gün de dünyanın en büyük uluslararası film festivallerinden biridir. Yarışmanın sonuçları açıklanmak üzeredir. Salonda heyecanlı bir bekleyiş vardır. Kapalı zarf açılır ve belki de kimselerin pek tanımadığı bir sinemacının ismi salonda yankılanır. O isim Yılmaz Güney’dir…
‘’Yol’’ Filmi 1982 yılında 35. Cannes Film Festivalin’de Costa Gavras’ın ‘’Kayıp’’ filmiyle birlikte Altın Palmiye ödülünü alır. Bu ödül hem Yılmaz Güney hem de Türkiye sineması adına o zamana kadar elde edilmiş en büyük başarıdır. Fakat arkadaşlarının anlattığına göre, o gün bu büyük başarıyı kürsüde sağ elini yukarı kaldırıp, yumruğunu sıkarak kutlayan Güney’in ödül töreninden ayrılırken cebinde taksiye verebilecek kadar dahi parası yoktur.
1982 yılında Dünyanın en büyük ödüllerinden birini, Altın Plamiye’yi, 1983 yılında ise Fransada ‘’Eleştirmenler Ödülünü’’ alan film ancak on yedi yıl aradan sonra eşi Fatoş Güney’in büyük uğraşları sonucu 1999 yılında İstanbul Abdi İpekçi Kapalı Spor Salonunda gösterilirken salon tıklım tıklım doludur. Filmi izlemeye sekiz bin kişi gelmiştir.
Yılmaz Güney yalnızca sinemacı değil, aynı zamanda bir edebiyatçı ve siyasetçidir. Film senaryoları gibi öyküleri ve politik değerlendirmeleri de vardır. Fakat sinemacı yönü hep ağır basmıştır. Çünkü o sinemayı eşit, özgür ve adaletli bir dünya kurma mücadelesinin en önemli araçlarından biri olarak görmüş, düşüncelerini geniş halk kesimlerine, yaptığı filmler üzerinden anlatmaya çalışmıştır.