Kabinedeki damat bakan olan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak , kamu bankaları aracılığıyla farklı sektörler için devreye aldıkları Finansman Paket lansmanında, göreve geldikleri ilk andan itibaren ekonomide kapsamlı bir değişim hedefini her platformda dile
getirdiklerini söylemiş.
Dile getirdi de, sonrası ne oldu, buna hiç değinmemiş….
Tüketimden, ithalattan ziyade, ihracata dayalı, katma değerli, teknolojik ürün üretimini önceleyen bir modeli benimseyeceklerini ifade
ederken, sanki bugüne kadar muhalefette kalmış bir siyasi partinin yeni iktdar oluşuyla birlikte hazırladığı bir ekonomik programdan söz
eder edasını da takınmış.
Damat Bakan’ın ifadelerine bakıldığında, Yeni Ekonomi Programı’da (YEP) cari açığın düşürülmesi amacıyla ilaç, kimya, petrokimya,
enerji, makine/teçhizat ve yazılım sektörleri öncelikli yatırım yapılabilir alanlar olarak belirlenmiş. Nisan ayında açıkladıkları "Yapısal
Dönüşüm Adımları" paketinde de, kredilerin, bu stratejik alanlara yönlendirme yapıp yatırımların teşvik edileceği bilgisini paylaşmıştı.
İyi de, bugüne kadar hangi sermaye gruplarını bu alanlara yönlendirdiler ?
Kime ne kadar teşvik verdiler ?
Açıkladığı bu pakete ‘çok önemli bir paket’ etiketini de yapıştıran damat bakan, ithalat bağımlılığı yüksek, dış ticaret açığı veren,
istihdama katkı oranı yüksek ve ihracat potansiyeli yüksek sektörlere bu paket kapsamında finansman sağlanacağını belirtiyor.
Biz, çok uzun yıllardır hep sermaye gruplarına teşvik masallarını dinledik. Bunların tamamı da, ‘ekonomiyi düze çıkartmak’ adına yapıldı.
Ama, ekonomi ne düze çıktı ne de orta ve alt tabaka rahatça bir nefes alabildi. Krizlerden ve böylesi ekonomik paketlerden hep sermaye
karlı çıktı ve karına kar kattı.
Söyleme bakar mısınız ;
‘’2002 sonrasında uyguladığımız politikalar neticesinde, 2002'de orta-ileri ve ileri teknolojili ihracatın payı ise yüzde 31 olan payı 2018
itibari ile yüzde 39,9 seviyelerine yükselmiştir……..’’
Peki sonuç ?
Ülke, tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşamaktadır.
İş insanları, emeğiyle çalışanlar, emekliler, çiftçiler ve de herkes krizin kıskacında kıvranmaya devam etmektedir. Bunu anlamak için,
yaşadığımız bölge olan Gebze ve Kocaeli’ndeki sanayi üretimlerine, ithalat-ihracat dengesine, işçi-işveren ilişkilerine ve piyasa aktörü
olan esnafların dünü ve bugününe bakmak yeterlidir.
Çocuğunu okula gönderirken harçlık veremeyen anne ve babalar,
Dükkanını sabahtan akşama kadar açık tutmasına rağmen ekonomik hareketlilik yaşamayan küçük esnaf,
Çalıştığı işyerinde kriz dolayısıyla ücret alamayan, belki de sonunda işten çıkartılan işçi,
Eline geçen ücret her gün eriyen kamu çalışanı,
Emekliler, dul ve yetimler,
Hepsi, iflasın eşiğine gelmiş koca bir toplam olarak karşımızda dururken, ‘Damat Bakan’ın söylemleri sadece sermayeyi ve Saray’ı
rahatlatır.
Bu ve benzeri planlama ve açıklamalar uluslar arası sermaye piyasalarını bile rahatlatmıyor ki, itibar göstermiyorlar.
Öyleyse, yapılacak olan tek şey üretim ekonomisinin yeniden tesisidir. Üretimdeki kamu rolünün yeniden canlandırılmasıdır. Ve de, daha
sonra ithalat-ihracat dengesini kurarak cari açığı azaltmak yoluyla insanımıza nefes aldırmaktır.
Bunun için, son dönemde Türkiye’nin kankası gibi sunulan Rusya’nın ekonomik tablosuna bakıp ders almak da yeterli olabilir. Reel
sosyalizm sonrası serbest piyasa ekonomisi sarhoşluğuna kapılan Rusya’da özelleştirmelerle elden çıkartılan kamu üretim tesisleri
yeniden ait olduğu devlete kazandırılarak bir canlanma yaşanması sağlandı.
Bunu yapmak için de, önce kafaların ve mantalitenin değişmesi gerek. İşte asıl önemli olan da budur. Ne yazık ki, bu değişim AKP-Saray
ittifakının iktidarınca gerçekleştirilebilir değildir.
O nedenle, ülkeyi kaçınılmaz olarak bir iktidar değişikliği beklediği gerçeğini daha gür bir sesle anlatmalıyız. Bunun için, 23 haziran’da
yenilenecek olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi önemli bir fırsat olabilir.
Tabi ki, istenirse…