Adam düğününde hediye gelen yediveren gülünü evinin balkonunda
en güzel yere koydu. Her sabah, her akşam zamanlı zamansız yediveren gülünü sevdi, suladı, okşadı...
Yediveren gülü yedi renkte aştı. Yedi renk, yedi mutluluk...
Bir yıl böyle geçti...
Adam yediveren gülünü unuttu. Kış geldi, kuş geldi, puşt geldi
yediveren gülü mutsuzlaştı, adam hoyratlığa devam etti.
Böylece ikinci yıl da geçti...
Adam yediveren gülünü unuttu. Rüzgar vurdu, kar tipi ayaz vurdu,
zemheriden bahara ulaşamadan yerlere düştü...
Yediveren gülünün evi yıkıldı, kırıldı, toz duman içinde kaldı...
Uzun süre sokakta yaşadı. Adam aramadı bile onu...Yıllarını harcadığı
balkona baktı. Yerinde bir başka yediveren gülü...Yapmacık, sırıtık,
yedi dert açmış yediveren gülü...
Adam karıştırır gülleri. Yedi renkte yedi dert...
Bülbülün sinesini parçalayan güllerde mutluluk ararken,
dikenlerinden soyunup bülbülün koynuna giren gülleri unuttu.
Adam acıdıkça elleri, acıdıkça yüreği güllerin dikenli olduğunu
anladı...Dikensiz güller solmuş, dikensiz gül bahçeleri yerine
dikenli tellerle çevrili mezarlıklarda güller, çürümüş ete vurmuş kendini...
RENKSİZ,KOKUSUZ,ÖLÜ YALNIZLIĞINDA GÜLLER...
Adamın yakasına taktığı güller ölü yalnızlığında açan güllere dönüştü....
Adam gülsüz, güller adamsız...
Şimdi ürkektir bülbül...Sesinin tınısında yorgun şarkıların fatihası...
Biliyorum adamın çürümüş etinde daha özgür büyüyecek
yediveren gülleri...Etrafı dikenli tellerle çevrilmiş olsa bile...
BİR İSMAİL ÇANKAYA KLASİĞİ