YAŞAMSAL GERÇEKLER

    İnsanoğlu diğer bazı canlılarla kıyasla daha az bir yaşama muhataptır. Zaten yaşam mücadelesi, başlıca bir savaştır. Hastalıklar ve mutsuzluklarla da doludur. Bin türlü azizliklerle dolu ömür gelip geçiyor. Mutlulukları az, sorun ve acıları büyük bir serüven aslında insanlığın dramıdır. Çünkü çok veya az süreli yol geçiliyor. Ama ömür; şöyle veya böyle bitiyor. Yahya Kemal: “Ölüm, asude bir bahar ülkesidir” der. Şairin diliyle “Sonsuz bir sükûnet ve huzur” oradadır. Ama geride kalanlar için öyle midir?

 

  Yaşamın en talihsiz sonu, ani ayrılışlardır. Katolikler her sabah şöyle dua ederler: “Tanrım beni ve yakınlarımı, yaşamın ani ayrılışlarından koru”.Gerçekten de bir düşününüz. Bir yakınınızı sokağa uğurluyor veya yolda bir dostla selamlaşıyorsunuz. Sonra bir acılı haber alınıyor: “Ani kalp sektesi veya kaza…” İşte bu anilik feci bir durumdur. Bir hastalığını görmeden, bir olası acıya hazırlanmadan, canınız-ciğeriniz yitip gidiyor.               

    Özellikle trafik kazaları ön plandadır. Deprem ve sel baskınları, yangın ve heyelanlar, birbiri ardınca yaşanabilir. Akla gelmedik kazalar da ağır ihmaller sonrasında gelebilir. Toplumsal yaşamın çeşitli mücadelelerinin ruhsal gerginlikleri, rahatı alt-üst edebilir. Bünyede tahribatlar oluşturabilir. Çalışma koşullarının kötülüğü de eklenebilir.

    Sonra bir de ani ayrılışlara neden olan suikastlara hedef olmak vardır.                          Gandhi, Lincoln, Guevera ve niceleri bu tür saldırılarla karşılaşmışlardır. Atatürk 1926’da İzmir’de, İnönü 1964 yılında Başbakanlık önünde suikastlarla karşılaşmışlardır.

     Hangi aile veya çevresinde ani bir kayıp olayı yok mudur? Yeğenim Mehmet 6-7 yaşlarındaydı. Hareketli ve sevimli bir çocuktu. Evlerine giderken bir köprü vardı. Ne zaman denk gelsem köprü civarında oynardı. Bir gün duyduk ki, köprü üstünde araç çarpmış. Nasıl bir üzüntüdür ki, tanımlanması pek güç. Yıllar öncesinin ani bir ayrılışı da amcamızın bir kalp sektesiyle aramızdan gencecik gidişidir…

      Bir diğer acı da beni can evimden vurdu. Yarım saat önce konuştuğum oğlumun vefatıyla karşılaştım. Acı içindeyken bakmadığımız tabip raporunu, günler sonra ve uyarı üzerine okuduk ki, bir kazaya kurban gitmiş. Banyoda ayağı kaymış, dengeyi yitirmiş ve bir karate kuşağına boynu sarılarak yere oturmuş. Olay sonrası çığ gibi bir kalabalık evin içine-dışına birikti. Bir ses: “İntihar gibi kaza” demiş. Sözün bir kısmı anlaşılamamış. Bizler bile uzun süre kazayı bilemedik. Basına da öyle intikal etti, haber oldu. Gerçek çıkınca bir yazıyla kamuoyunu aydınlattım. İşte bu da ani ve 6. yıla ulaşan hüzünlü bir ayrılıştır.

     Bunları niye yazıyorum? Çünkü gün yok ki, ani bir ölüm haberiyle sarsılmayalım. Bir dert ki bir yaşamsal gerçekler dizisi ki, sormayın gitsin…