Hüseyin Güngör, Beylikbağı Bölgesi sakini.. Öztürk önceki gün “Vicdanlara” başlığıyla bir paylaşım yaptı ve arkadaşımız Aktan Uslu’yu da etiketledi. Öztürk’ü konuk yazar olarak ağırladık:
“Şimdi anlatacağım hikâyeyi lütfen dikkate alarak okumanızı rica ediyorum.
1970'lerin sonu 1980'lerin başı zamanlardaki Türkiye'de geçmişe bir yolculuk yapalım.
Köyde bağı bahçeyi satıp savarak büyükşehirlere göç eden insanların, insan gibi yaşayabilme hayali ile çıktıkları yolculuk hikâyesine değinerek başladım bu yazıya.
Kendileri mürekkep yalamamış, çocukları mektep görsün, okul okusun diye kocaman hayaller ile şehirlere gelen insanların yaşam mücadelesinin sayısız örnekleri var.
Kimisi batıdan, kimisi doğudan, kimisi Karadeniz'den gelip yerleştikleri yerleri yurt bildiler, vatan bellediler. Çekilecek her çileye namzettiler.
Lüküs lambalar ile aydınlatılan, elektriksiz yaşanan yıllarda, derelerden taşınan ve tulumbalardan çekilen sularla dönen bir yaşam. İşe gitmek için her gün kilometrelerce yürünen yollar, dağ, taş, bayır, çamur ve kısacası yıllarca yokluk içerisinde çekilen onca çileler..
Ülke zor dönemlerden geçiyordu. Un, yağ, ekmek kuyrukları vardı. Sağ, sol kavgaları ile kardeş kardeşe düşman olmuş ve darbe yönetimi ile sıkıyönetim ilan edilmişti. Böyle sıkıntılı zamanlarda yaşanan çilelere rağmen hiç şikâyet edilmedi. El birliği ile ilk trafoyu getirip, diktiler. Alt yapısını kazma kürekle kazıp, beton küpleri kendi elleriyle döşediler...
Emek verdiler, henüz yeri, tapusu tam belirlenmemiş
mahallenin camisini bile kendi imkanları ile yaptılar. Uzun yıllar aidat topladılar hane hane ve eksikleri giderdiler. Vergi ödemelerini de yaptılar, dönemin belediye başkanı (Bülent Atasayan SHP - ANAP) tapu tahsis harçlarını da topladı. Mevzubahis nahalleyi toparlamaya çalışırken zorlandılar ve köyde kalan son topraklarını da bu uğurda sattılar. Doğdukları yerleri terketmiş ve doydukları yeri kalkındırma cabasına feda etmişlerdi ata topraklarını.
Artık 90'lı yıllar gelmiş bu mahallede yetişen evlatlar asker çağına gelmiş, vatan borcu ödemeye gitmişti. O dönemde de ülkede terör olayları başkaldırmış, ciddi mücadeleler verilmekteydi. Kimisi oğlunu şehit verdi, kimisi gazi olarak döndü. Askerlik sonrası düğün, dernekler kuruldu. Gücü olanlar evinin üstüne bir kat yaptı, oğullara hane kuruldu.
90 yılının sonu deprem ile tanıştılar. O elleriyle yaptıkları yuvaları hasar gördü, yıkıldı, yine mücadele ettiler. Ama asla bu vatana hainlik etmediler.
Rahmetli babam hep derdi. Oğlum biz göremeyiz dünya gözüyle, siz görürsünüz inşallah. Buralar çok gelişip güzel olacak ve sizler insan gibi yaşayacaksınız diye....
Yıl:2020 oldu. Ben bu anlattığım topraklarda bu mahallede doğdum, büyüdüm. Gideceğim başka bir ata toprağı da yok. Buralı olmuşuz artık. Yaşım 34 oldu. Benim çocukluğum buranın çamurlu sokaklarında geçti. Oyun oynayacağım bir parkımız, top oynayacağımız bir top sahamız olmadı hiç bir zaman. Okula gelen odunu kömürü bile kendi taşıyan çocuklardık biz.
Velhasıl kelam Geçen 35-40 yıllık sürede Gebze gibi marka olmuş ama bir türlü kent olamamış bu ilçede, tapu sorunu yaşayan, doğalgaz ile tanışamayan, hiçbir sosyal donatısı olmayan bir nesil daha yetişiyor. Onlar bizim çocuklarımız, onlarında hâlâ top oynamaya bir oyun sahaları yok. Bizim talihsizliğimizin kaderini yaşamaya mahkum edilmişler.
Eskiden kenarda kalmış, şimdilerde ise Gebze ve Beylikbağı arasına sıkışmış Hürriyet ve Yavuzselim Mahalleleri’nin yılan hikayesine dönmüş bu tapusuzluk ve sahipsizlik mevzusunu içime sindiremeyerek kaleme aldım.
Bilenler için yabancı olmayan bu konuyu bilmeyenlere ve yetkili mercilere bildirmeyi bir toplumsal görev bilerek yazdım. Umarım yerinde ve doğru bir aktarım dahilinde kamuoyu oluşturmayı sağlamışımdır.”