Yaşamdan keyif alamıyorum.
Nedenini bilemediğim korkularım ve sıkıntılarım var.
Çok mutsuzum…. Uyuyamıyorum, insanlarla iletişim kuramıyorum. Hiç istemediğim halde eşime ve çocuklarıma iyi davranamıyorum. Sıkıntıdan boğulacak gibi oluyorum. Birileri beni takip ediyor.
Bir psikiyatr olsaydım hastalarımın bana böylesi gizemli, dertli, gamlı, üstü örtülü, sıra dışı şikayetleri olacaktı. Ben bu tür şikayetleri günlük hayatımızda öyle çok insandan duyuyorum ki, dibe vurmuş bir toplum halindeyiz. Genel çoğunluğumuzun psikolojisi bozulmuş…
Hiç kimse geçmişini yadsıyarak geleceği keyf ve sefa içinde yaşayamaz.
İyi bakın o ağlayan çocuğun portresine. Onun yüreği acılarıyla umutları arasında sıkışmış, onun acıları gözlerinden akan o iki damla gözyaşından da ötelerde bir şeydir. İçinde yaşadığı cehennem, çocukluğundan geliyor aslında. İnsanın yaşadığı süre boyunca aradığı şey huzur ve mutluluk değil bu istemlerin derin, gizemli hayali, düşüdür.
Yaşamın özünü acılarla öğrenebiliriz.
Huzur ve mutluluk insanı kurutur ve gevşekleştirir…
İnsanları anlamalıyız, anlamaya çalışmalıyız. Bu temel bir insanlık görevidir. İnsanları tanımanın en önemli yollarından biri, yüzleridir. İnsanların suratları her şeyleridir…
Dostoyevski “güzel gülen insanlar, güzel insanlardır” der.
İnsan gerçeğine ulaşmanın yolu suratıdır.
Bahçede kitap okuyan, zaman zaman gülme krizine tutulan adamı sarayının balkonundan gören İspanya Kralı III. Filipe adamlarını yanına çağırır, kitap okuyan adamı gösterir.
“Şu adam, ya delidir ya da Quto’tu okuyor” der.
Bir delinin, çılgının bilinci insanı anlama sanatı böyle bir şeydir işte. Zihni küfürle futbolu ve dedikoduyla dolu olanların anlayabileceği bir iş değil….
Delilik güzel şeydir.
İnsan delirerek insanlaşmaya başlar. Jean Jacques Rousseau’un bir itirafına bakın, “üstümdeki tavanın gözleri var, etrafımı ajanlar ve casuslar kuşatmış. Etrafımı çeviren duvarların kulakları var.” Der.
Bu deli adam, 1789 Fransız Devriminin en önemli teorisyenidir. Anadan doğma psikolojisi bozuktur. Biz insanların duyarlılığımızı aklın kibrinden, çıkarcılığından kurtaracak olan deliliktir.
Hırpalanmak, aşağılanmak ve büyük acılar çekmekten korkmayın!...
Peşimde gölge gibi dolaşan, korkularımı çok seviyorum. Okurlarıma söylüyorum:
İnsanı tanımak için içinizde insanı tanıma aşkı yoksa, tanıyamazsınız.
Aristo “bencil ve kibirli insanlar, kendilerini yenileyemez, değişemezler” der. Kibir, vicdanı, merhameti ve erdemi yok eder. Bu duyguları yaşatan, yeşerten deliliktir.
Birkaç gün önce bir psikiyatrın bekleme odasında çürümüş, kokuşmuş, yosun tutmuş hayatı gördüm. Dağlarca’nın Ağır Hasta isimli şiiri aklıma geldi.
Üfleme anacığım, korkuyorum/ dua edip edip geceleri/hastayım ama ne kadar güzel
Bizim hastalarını ilaçlarla değil, yürekleriyle iyileştirmeye çalışan doktorlara ihtiyacımız var. Tıpkı hukuku barış, kardeşlik, özgürlük gibi kabul eden hakimler, savcılar gibi….
Bunlar olmayacak işler değil.
Bizim yazarlarımız da, politikacılarımız da şairler ve bilim adamlarımız isteseler halk gibi yaşayabilirler.
Tolstoy, Dovtoyevski, Gogol, Puşkini ve Cehaf’u, Cehaf yapan onların halk gibi yaşamaları ve toplumsal sorunlara ahlaklı, vicdanlı çözümleri bulmalarıydı….