.....Veeee perde

Duygu Türkyılmaz Kılıç

Kocaman bir tiyatro sahnesi şu dünya. Kadını erkeği hepsi birer oyuncu. Durmadan gelip geçerler sahneden. Ne roller üstenirler ömürleri boyunca...(William Shakespeare)

 

Sizlere Türk kadınları ve tiyatrosu için bir milat olan, sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadınından yani Afife Jale’den bahsetmek istiyorum. 1902’de İstanbul’un Kadıköy ilçesinde dünyaya gelmiş, orta halli bir ailenin üç çocuğundan biri olan Afife diğer kardeşlerinden hep farklıydı. Başına buyruk, hayalleri peşinden koşmaya erken başlayacaktı. İstanbul Kız Sanayi Mektebi’nde eğitim görürken aklı hep çocukluk hayali olan tiyatrodaydı, fakat o dönem Türk ve Müslüman kadınların sahneye çıkması yasaktı. 10 Kasım 1918 de Dar-ül Bedayi’nin (konservatuar) tiyatro kursları için açtığı sınava girdi. Yasak devam etse de Dar-ül Bedayi, Müslüman kadınların sadece kadınlara özel gösterilerde yer alacağı gerekçesiyle açmıştı bu sınavı. Tabii ki Afife bu sınavı kazandı ve kabul edilen beş Müslüman kadından biri oldu.

 

Beş arkadaş tiyatronun stajyer kadrosuna alındı, fakat üçü nasıl olsa asla sahneye çıkamayacakları düşüncesiyle tiyatrodan ayrıldılar. Geride Refika suflör, Afife ise stajyer oyuncu kadrosunda devam etti.1920’ye kadar oyunların provalarına katıldı ancak hiç sahneye çıkamamıştı. Amacına ulaşmasının kolay olmadığını bilse de asla pes etmedi. Bir gün o sahneye çıkacağını biliyordu. "Yamalar" adlı oyun sahneleniyordu ve Emel karakterini yabancı oyuncu olan Elisa oynuyordu. Bir gün Elisa, Paris’e gitmesi gerektiğinden onun yerine oynayacak oyuncu için sınav düzenlendi. Sonsuz arzusu ve yeteneği ile sınavı tabii ki Afife kazandı. Jale takma adıyla ilk kez sahnedeydi. Öyle bir performans sergilediki, insanlar nerdeyse avuçları çatlayana kadar alkışladılar onu. Afife hayalini gerçekleştirmişti, sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadınıydı. Artık Afife Jale olarak adını tarihe altın harflerle yazdıracaktı. Yıllar sonra o günü şu sözlerle anlattı; “Hayatımda mesut olduğum ilk gece, sanatın ruhuma verdiği sarhoşluk içindeydim...”

 

Hayali gerçek olmuştu olmasına ama bu aynı zamanda sancılı bir sürecin başlangıcı da demekti: kaçmak ve kovalanmak. Polisler tarafından basılan sahnelerde kıl payı kaçmayı basarsa da bunun sonu yoktu. Afife sahne aldığı için çok mutluydu ama dönemin şartlarına aykırı bir mutluluktu onunkisi. Art arda gelen baskınların birinde yakalandı. Yetmezmiş gibi babası da onu ret etti. Sahne alamaması ve yanlışlığı onu derin üzüntülere sürükledi ve şiddetli baş ağrıları başlamıştı. Doktoru morfin tedavisini uygun görünce bu onun hazin sonunun başlangıcı olmuştu. Bir zaman sonra Afife morfin bağımlısıydı.

 

1923’de Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle Türk kadınlarının sahneye çıkma yasağı kalksa da Afife artık özgür olsa da artık sağlığı sahne almasına izin vermiyordu. En sevdiği şeyden sahnelerden uzak kalmıştı. 24 Temmuz 1941’de hastanenin morfinmanlar bölümünde bir deri bir kemik hayata gözlerini kapadı. 39 yıllık hayatına hüzünlü bir aşk hikâyesi, mücadelelerle dolu fakat sonu onun için hüsranla biten ama hemcinsleri için yol açan bir hayat sığdırdı. "Yine de beni acıyarak değil, düşünerek, severek, kucaklayarak hatırlayın. Tiyatro varsa ben varım " diyerek belirlemiş hayattaki yerini...

 

Hayatta hatta cenazesinde bile yalnız bırakılmış olsa da unutulmadı, adına filmler yapıldı, halen daha ödül törenleri düzenleniyor adına. Sahne tozunu bir kere yuttu mu bir daha vazgeçemiyor insan. Bizlere öncü olduğu için Afife Jale’ye minnettarız.

 

27 Mart Dünya Tiyatro Günümüz kutlu olsun. Tiyatro her daim hayatımızda olsun