Ülke tarihinin en büyük katliamında üç yılı, yani toplamda bin doksan beş günü geride bıraktık.
Dördüncü yıla yarın gireceğiz, fakat Türkiye halen katliamın hesabının sorulmasını bekliyor.
Türkiye Cumhuriyeti gibi güçlü bir ülkede, kontrgerilla taktiklerine ivme kazandıran bir katliam 10 Ekim 2015'te Ankara Garı önünde yaşandı.
Ne olmuştu, anımsayalım...
'Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi' için toplanıp Sıhhiye Meydanı’na çıkmaya hazırlığında olan kalabalığın içinde üç saniye arayla iki bomba patladı. Meydan kana bulandı, gökyüzüne duman ve haykırışlar yükseldi. En küçüğü sekiz yaşında olan yüz üç canı kalleşçe düzenlenen bir saldırıya kurban verdik.
Patlamanın şoku atlatılmamışken ambulanslardan önce alana giren polis, kendisine tepki gösteren kalabalığa göz yaşartıcı gazla müdahale etmişti.
O günkü acı ve çaresizliği, kulakları sağır eden çığlıkları unutmak mümkün değil.
Katliam sonrası alana giden seçim hükümetinin İçişleri Bakanı Selami Altınok, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ve Adalet Bakanı Kenan İpek, yurttaşlar tarafından protesto edilmişti. Yuhalanan, üstlerine pet şişe atılan bakanlar tepkiler artınca makam araçlarına binerek uzaklaşmıştı.
O gün, saldırı ile ilgili yayın yasağı getirilip internet bile yavaşlatılırken, siyasilerden 'devletin görevini eksik yerine getirdiğini' dikkate almayan açıklamalar gelmişti.
Mesela, MHP lideri Devlet Bahçeli istihbarat zafiyetine dikkat çekip, "Canlı bombalar başkentimize kadar gelebilmeyi göze almışken, güvenlik ve istihbarat kurumlarının bundan habersiz kalmaları bir başka sorgulanması, üzerine gidilmesi gereken sorumsuzluk ve ihmalkarlıktır" demişti.
Ama, kendisi bu açıklamanın içeriğini dolduracak gerekli hamleyi her zaman olduğu gibi yapmadı, yapamadı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise "Yönetenlerin istihbarat örgütleri var, her şeyleri var. Neden Türkiye bu halde?" diye sormuştu.
Oysa, soruya yanıt vermesi gerekenler sessizliğe bürünmüşken, devamındaki 'teröre karşı her türlü işbirliğine açığız' ifadesi gerçeğin hasıraltı edilmesi uğraşına yardımcı olmuştu.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'a gelince...
Saldırıyı lanetlemiş, herkesi sorumlu davranmaya, dikkatli hareket etmeye, terörün yanında değil karşısında yer almaya çağırmıştı.
Gereğini yaptı mı, hayır...
Sadece, Ankara Emniyet Müdürü, Güvenlik Şube Müdürü ile İstihbarat Şube Müdürü görevden alındı.
Katliamın siyasi sorumluluğunu üstlenen ne yazık ki olmadı, olamadı. Halen de yok.
Katliam sonrası tek farklı yaklaşıma sahip kişi, dönemin HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş olmuştu. Demirtaş, "Çok acı bir durum var ama mafyalaşmış, katilleşmiş ve bunu seri katil gibi uygulayan bir devlet anlayışı ile karşı karşıyayız" ifadesi ve benzer konuşmalarından örneklemelerle oluşturulan iddianameler marifetiyle tutuklandı, yagılandı, cezalara çarptırıldı ve halen cezaevinde bedel ödüyor.
O sürecin bu kronolojisini katliamda ölenler, yaralananlar ya da sağlam kurtulanlar yaratmadı. Yaratanlar katliam zanlıları ve siyasi sorumlularıydı.
Siyaseten sorumlu olanlardan cesaret alan katliam sanıkları, ellerini kollarını sallayarak gitmeleri gereken yere gitti.
Yaşamını yitiren yoldaşlarımızın aileleri ise halen adalet arayışında. Hukuk reformu diyenlere bir kez daha duyurulur.
Bu katliamın hesabı ortada kalmamalı, kalmayacak.