Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) ait seçim bildirgesini irdelemek, keyifli bir yazı dizisi haline dönüşüyor. Bitirmek gerekir.
Yargı Reformu başlığı altında, sistemin tüm aksaklıklarını giderecek, bir daha boşluk yaratmayacak düzenlemelerden söz ediliyor. Adalet sistemi, hızlı, tarafsız, bağımsız, kamu vicdanını ve bireyleri tatmin edecek düzeyde gerçekleşmesi için yeniden düzenlenecek, yargı bağımsızlığı, tarafsızlık ve demokratikleşme için gerekli yasal düzenlemeler yapılacak.
Taahhüt edilen değişim bu, ama umudu aşılayabilir mi, orası belli değil. Çünkü, adalet konusunda on yıllardır umudunu yitirmiş bir topluma sesleniliyor.
Yer verdikleri gibi ‘’iddia ve savunma makamları yargı sistemi içerisinde eşit hale’’ getirilebilir.
Savcılık ve savcıların çalışma büroları adliye binaları dışında ayrı bir kamu binasında oluşturulabilir.
Savcılığa bağlı adli kolluk teşkilatı oluşturulabilir (ki zaten zorunludur). Adli kolluk teşkilatı soruşturma sırasında avukatlara da hizmet sunabilir.
’’Ev, işyeri ve üst aramalarında, gözaltına alma ve tutuklamalarda keyfi uygulamalara son verilecek’’ ifadesi, mevcut sistemin korunması paradigmaları için pek gerçekçi gelmiyor.
Özel yaşamın gizliliğini ihlal edilmesi konusundaki hassasiyet önemlidir ve tür dinlemeleri engellenmesi ile mahkemelerde delil olarak kabul edilmeyecek denilmesi kritik bir eşiktir.
Programın basın, iletişim ve bilişim özgürlüğü bölümünde çok yalın ifadelere yer veriliyor doğal olarak. Bu bakış açısının düzenleyeceği toplumsal sözleşme sonrası, bu alanda daha özgür çalışma şansı olacağını görebiliyorsunuz.
En basitinden, ‘’Medya kuruluşları sahiplerinin başka sektörlerde faaliyet göstermesine izin verilmeyecek’’ denilmesi, gazetecinin, işi dışında akçeli ilişkilere girmesini engelleyecek ve yozlaşmanın önüne geçecek bir adımın ifadesidir.
‘’Yerel radyo, televizyon ve gazeteler ile internet yayıncılığı yapan kuruluşlar mesleki, etik ve özgür habercilik ilkelerine bağlı kalmaları ve bağımsızlıklarını korumaları için desteklenecek’’ denmesi bile başlı başına özgürlüklere sahip çıkılacağının teminatıdır.
HDP programında ‘’demokratik özerklik ve yerel demokrasi’’ tarif edilirken, bütün halkların farklılıklarıyla birlikte, özgürce yaşamalarına imkân yaratacak ve gönüllü birliği sağlayacak gerçekçi ve gerçekleşebilir bir model olduğuna vurgu yapılıyor.
İddiası büyük;
Halkların kendi kendini yönetmesine imkân tanıyan, tüm Türkiye'de demokratik bir idari yapının oluşmasının zeminini oluşturacak.
Yönetimde merkeziyetçiliği değil, yerel demokrasiyi esas alacak, bütün Türkiye için yerinden yönetim modeli oluşturacak.
Halkların yönetime doğrudan katılmasını sağlamak için kent, halk, mahalle, kadın, gençlik meclisleri, ekoloji meclisleri, toplumsal ağlar, platformlar gibi gerekli mekanizmaların kurulmasının önü açılacak.
Merkezin, yerel üzerindeki vesayetini ortadan kaldıracak adımlar atılacak.
Vali dahil yerel yöneticilerin seçimle işbaşına gelmesi için gerekli yasal ve yapısal düzenlemeler yapılacak.
Yerel kaynakların kullanımında yerel yönetimlerin yetkileri artırılacak.
Yerellerdeki dil, kültür, inanç, hafıza ve ihtiyaç farklılıklarını gözeten çoğulcu politikalar geliştirilecek.
Türkiye'nin tamamını kapsayacak şekilde sosyal, siyasal, kültürel, ekolojik, doğal, ekonomik ve coğrafi nitelikler göz önüne alınarak bölgeler ve bölge meclisleri oluşturulacak. Yeni oluşturulacak bölge meclislerinde adem-i merkezi yönetim sistemine geçilecek.
Bu kadarı bile, iklimin demokratikleşmesi açısından yeterli görülebilir ve ‘’işte, rahat nefes almamızı sağlayacak program’’ diye tanımlanabilir.
Söylemleri takip ederek hedefe varma olasılığı pek gerçekçi değil. Eylemler, bu söylenenlerin nasıl gerçekleştirileceğinin ya da gerçekleştirildiğinin kanıtıdır. Yaşamı kurgularken, önünüze konulan vaatlerin gerçekçiliği belirleyicidir.
Sistem, radikal değişimleri öngörmeden,
Toplum, bu değişimleri isteyip sonrasında da savunur hale gelmeden,
Bildirgeniz ne kadar demokratik ve özgürlükçü içerikli olursa olsun, uygulanabilir olması konusunda halkı ikna etmekte zorlanırsınız.
Hele ki, 600 yıllık bir imparatorluğun yarattığı feodal kültürde oluşan kul kimliğini, 90 yıl gibi kısa sürede yurttaş kimliğiyle değiştirme kararlılığını terk etmekte sakınca görmeyen bir toplumda…
(Sürecek)