Adı Yusuf’tu. Devrimciydi. Halkın kurtuluşu, Türkiye’nin bağımsızlığı için mücadele etti. 25 yaşında idam edildi.
Adı Hüseyin’di. Devrimciydi. Şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkının mutluluğu ve bağımsızlığı için mücadele etti. 23 yaşında idam edildi.
Adı Deniz’di. Devrimciydi. Türkiye’nin bağımsızlığından başka bir şey istemedi. Bu sebeple, Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdi. 25 yaşında idam edildi.
Onlar, bu ülkenin toprağına, bilinçlerinden ve yüreklerinden koparıp tohum atmış mücadele önderleriydi. Boyunlarında ilmik, şakaklarında namlu “Yalvarın, hata ettik, deyin, affedelim!” dense de, hiçbiri, onların duymak istediklerine dair tek kelime etmedi.
“Ben, ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum! Sizler, bizi asanlar, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz! Bilinsin ki biz, halkımızın hizmetindeyiz! Sizler, Amerika’nın hizmetindesiniz! Yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!” dedi. O son ses, Yusuf’un sesiydi. Sonrası, ayaklarının altından çekilip yere “pat” diye düşen sandalyeydi.
“Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım! Bilinsin ki bundan sonra bu bayrağı, Türk halkına emanet ediyorum! Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm!” dedi. O son söz, Hüseyin’indi. Bir sağa bir sola sallanan ipin morartmış iziydi boynundaki…
“Bilinsin ki ben, 25 yaşında, kendimi Türkiye’nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum. Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-Leninizm! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın işçiler, köylüler! Kahrolsun emperyalizm!” dedi. O son söz, Deniz’indi. Sonra tüm sesler sustu… Sustu Rodrigo’nun gitar konçertosu.
Şimdi, zamansız gidenlerin yerine geçip yürüyoruz. Bildiğimiz en güzel şarkıları söylüyoruz. Öyle, bakmasınlar aramızdan ayrıldıkları günlerin yıl dönümlerinde yüreklerimizin biraz buruk, gözlerimizin yaşlı olduğuna, içimizde sadece acı değil, öfke de büyütüyoruz.