Realistler, birinin para kazanarak sınıf atlamasının milyonda bir ihtimal olduğunu düşünürler. Onlara göre bir insanın gelecekte nasıl olacağını, hangi sınıfsal ortamlarda yer alacağını doğduğu anne- babanın ekonomik durumu belirliyor.
Yapılan sosyolojik araştırmalara göre genel olarak, evladın babaya göre biraz daha iyi bir yaşam standardına kavuşması bekleniyor. Nadiren babanın ekonomik durumuna göre gerileyen evlatlar olduğu gibi, yine nadiren (milyonda bir ihtimal) birden sıçrama yapmış çocuklar da olabiliyor. İstisnaları saymaz isek, normal şartlarda ekonomik durumu nasıl bir anne babadan doğuyorsak, onlardan biraz daha iyi bir yaşam standardına sahip olmamız öngörülüyor.
Peki, durum böyle ise, neden, nasıl zengin olunduğuna dair bir sürü kitap yazılıyor, seminerler yapılıyor, zenginler, nasıl zengin olduklarını anlatıyor? Para kazanmanın yollarını, yöntemlerini anlatıp duruyorlar? Gerçekten bütün bunlar işe yarıyor mu, yaramış mıdır?
Türkiye’de insanlar nasıl zengin oluyorlar, sorusu bizi daha çok ilgilendiriyor. Türkiye’de zengin olma yollarına ışık tutmak için, önce Osmanlı dönemindeki durumumuzu da anlatmak gerekir ki, toplumsal davranış biçimlerimiz daha iyi anlaşılsın. Biliyorsunuz, sosyal davranışlar öyle birden bire ortaya çıkmıyor, geçmişin anlayışları, alışkanlıkları oldukça belirleyici.
Bu yüzden, ben bilgilerimden yola çıkarak Türkiye’de zengin olmanın ve zengin kalmanın yollarını, ayrıca, Türk zenginlerinin ve zengin olmak isteyenlerin durumlarına kendi bilgi ve gözlemlerime göre değerlendireceğim.
Bu soruların cevabını verebilmek için, önce Osmanlı Devletinin, sonra da Osmanlı’nın devamı olan bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konudaki geleneksel yapısına bakmanın, doğru olacağını düşünüyorum.
Otoriter bir sistemle yönetilen Osmanlı devletinde, Saray erkânı (aristokrasi) zengindir. Devlet gücünü elinde bulunduran saray, devletin ekonomisini de yönetiyor. Saraya mensup olmayan büyük yöneticiler; askerler, devlet memurları maaşla çalışıyorlar. Maaşla çalışanların zengin olması imkânsız olduğuna göre, bu yöneticiler, askerler ve memurlar arasında zenginler çıkmış mıdır?
Evet, zenginler olmuştur. Büyük hediyelerle, rüşvetlerle, elinde bulundurduğu güç yoluyla edindiği mallarla zengin olabiliyorlar ancak, zengin olabilecek kadar güç sahibi olanlar aynı zamanda büyük bir risk altına girmiş oluyorlar. Çünkü sahip oldukları güç ve zenginlik fitnelere sebep oluyor, Padişah’ın gözünde bir şekilde itibarları düşürülüyor ve çoğu zaman da öldürülüyorlar. Padişah tarafından öldürülmesine cevaz verilen devlet büyüğünün mal varlığı da, padişah hazinesine aktarılıyor. Sadece yeniçeri ağalarının mirası, yeniçeri ocağının hazinesine bırakılıyor.
Zeamet ve tımar yoluyla toprak sahibi olanlar da, padişah yasalarınca sıkı takibe alınıyor. Ayrıca işlettikleri toprağın gelirine göre asker yetiştirmek, onların ihtiyaçlarını karşılamak gibi sorumluluklar yükleniyor. Toprak sahiplerine verilen sorumluluklar, toprağın getirisi ile orantılı olduğu için, köylü kesime göre varlıklı olsalar da, devletin izin verdiği varlığın ötesine geçemiyorlar. Anlatmak istediğim o ki; bu toprak sahiplerinden de Avrupa tipi bir burjuva(zengin sınıfı) çıkmasına imkân tanınmıyor.
Öldürülmeyip zengin kalan paşa, sadrazam gibi üst düzey yöneticilerden varlıklı olanlar, cami, çeşme gibi halk yararına sunulan hayır işleri yaptırıyorlar. Yine onların varlıkları da, sıkı bir denetim altında tutuluyor.
Osmanlı devletinde, asli tebaa olan Müslümanlar genel olarak asker, devlet memuru, toprak sahibi, küçük esnaf ve köylüler olarak yaşamını devam ettiriyorlar.
Sistem olarak devleti yönetme gücü Müslümanlardayken, zengin olma imkânı yaratan ticaret gayrimüslimlere bırakılıyor.
Gerek devşirme sistemi, gerek padişahların Türk kızlarıyla evlenmemeleri, gerekse Müslümanların zengin olmasına fırsat tanınmamasının altında, Osmanlı devletini(hanedanlığı) zaafa uğratacak iç bir gücün oluşmasına mani olmak yatıyor.
Osmanlı Devletinin bu sistemi, uzun süre onu dünyanın en sarsılmaz devleti yaparken, o sıralarda Avrupa’da keşiflerin başlaması, yeni ticaret yollarının bulunması, sömürgelerin oluşması, bununla birlikte sanatı, bilimi, yeni düşünceleri destekleyen zengin sınıfların doğması Avrupa’yı güçlü kılmış, aynı dönemlerde Osmanlı Devleti ise, hızla çöküşe doğru gitmiştir.
Osmanlının son yüz yılında, gayrimüslimlerin dış ülkelerdeki bağlantıları yoluyla ticaret yapmaya başlayan bir kısım Müslümanlar da, uzun yıllar devam eden ülke savunması ve Kurtuluş Savaşları nedeni ile yeterli bir varlığa kavuşamamış.
Avrupa da devlet yönetiminden bağımsız olarak büyüyen burjuva kitlesi, endüstri, sanayi, felsefe, sanat ve bilimin gelişmesine büyük katkı sağlarken, bu günkü Avrupa’yı da daha çok onlar tesis etmişler.
Avrupa’da durum böyle iken, Osmanlı Devletinin yıkılması sonucunda zor bela kurulan Türkiye Cumhuriyeti, hazinesiyle de insanlarıyla da fakir bir devlet olarak tekrar sahneye çıkıyor.
(Sabrınıza teşekkür ederim, haftaya daha kısa yazacağım)