“Cumhuriyet” gazetesi kaynaklı bir habere göre: “Yapılan bir kamuoyu yoklamasına göre %52.6 oranıyla “Türkiye,kötüye gidiyor” diyen bir çoğunluk belirmiştir”. Çoğunluk kanısı, yakın tarihi ve yaşadığımız günleri bilinçle değerlendirmekten doğmaktadır. Halkımızın düşüncesi odur ki; bu ülke, bağımsızlık ve özgürlük uğruna kendisini ulusuna adayanların canı pahasına kurulmuştur.
Yakılıp, yıkılmış yoksulluklara düşürülmüş bir halk “mazlum uluslar” adına emperyalizme karşıt başkaldırıyı gerçekleştirmiştir. “Yoktan yonga çıkararak” %9’luk bir kalkınma hızıyla ekonomik başarılara imza atmış,Osmanlı’nın borçlarını bile ödemiştir.O günlerde Nâzım Hikmet’in sözüyle: “Anadolu’da bahtiyar olmak için toprakta,havada,suda her şey vardı.Her şey hazırdı”. İşte halktan yana işleyen devrimci sistem, hazır olan yaşamsal öğeleri toplum için seferber etmiştir.
Demokrasinin vazgeçilmezliğine dair aşamalar; 1925,1930 ve 1945’li yıllarda Atatürk ve İnönü’nün öncülükleriyle somutlaştırılmıştır.İlerici ve toplumcu tüm gelişmeler,hak ve özgürlüklerin gündeme gelmesinin yanı sıra ulusal birliğin doruğa çıkması devrimin özellikleridir.İç ve dış bağlantılı kargaşaların yarattığı karmaşalara karşı rejim, Cumhuriyet ve devrim ilkelerini kollayacak hukuksal önlemleri almaktan da geri kalmamıştır.Çünkü: “Her türlü melanetin” hangi kisve ve aldatıcı politikalardan geldiği akıldan çıkarılmamıştır.
Kurtuluş savaşı, İnönü’nün deyişiyle:“yarın ne yapacağı bilinmeyen eşkıya” için kazanılmamıştır. 9 Eylül 1922 günü İzmir’e giren silahlı güç,zaman içinde hangi saldırgan paktların emrine gireceğini de tasavvur etmemiştir.Çünkü “istiklâl-i tam” ilkesinden asla şaşmayacak bir yurtsever anlayış vardır. “Küçük Amerika” olma uğruna Türkiye’nin onurlu varlığını heder edenlere karşı Nâzım Hikmet’in seslenişi daha kulaklarda çınlamamıştı:“Hiçbir korkuya benzemez,halkını satanların korkusu !..”
Cumhuriyet, kamu iktisadi kuruluşlarını ekonomik anıtlar olarak dikerken ,yıllar sonra bunların haramilere peşkeş çekileceğini bilememiştir.“Son Sosyalist devleti yıktık” naraları atarak Anayasa’da özelleştirmeye yol açan çokuluslu şirketlerin adamları, %15 oranındaki kamu mallarını talancılara ihale etmişlerdir.
1923-1950 yılları arasında faili meçhul siyasal cinayetler,hırsızlık şaibeleri,devletin katillerle işbirliği yaptığı dönemler var mıdır? Yozlaşma, dikta, polis devleti,hukukun üstünlüğünü dışlama olmuş mudur? Ama şimdi bunların tamamı söz konusudur.İşte yurttaşlarımız, bunlardan tedirgindir.
Halkımız;kamu vicdanını asla rahatlatmayan; “dublaj ve montaj” gibi savunmalarla yönetilen bir devletin ciddiyetinden,şeffaflığından ve dürüstlüğünden kuşku duymaktadır.Yine halkımız,yaşadığı her günün bir öncekine göre daha keyifli,dengeli ve güvenceli olmasını istemektedir.Karmakarışık bir kamu düzensizliği içinde çırpınmaktan kurtulma düşüncesini belli etmektedir.
Türkiye Cumhuriyetinin saygın halkı,hak etmediği; siyasal, sosyo-ekonomik ve kültürel bulanıklığı anlaşıldığı kadarıyla çekmeyecektir.Doğası buna elvermemektedir.Önümüzdeki süreç, aklı başında bir çoğunluk eliyle;ilerici ve özgürlükçü demokratik gelişmelere tanık olacaktır.Çünkü karamsarlığın toplumsal bir ivmeyle aşılacağına inanmak için artık çok güçlü nedenler bulunmaktadır.