12 Eylül döneminin “çat pat” aklımda kalan, yaşanmış, trajikomik bir hikâyesiyle başlayacağım bugün.
Yer, Kadıköy..
Bir yurttaş, bir gerekçeyle poliste gözaltına alınıyor.
Bilen bilir. İstanbul'da Bostancı’dan Kadıköy’e doğru uzanan iki afili cadde, yol var.
Kadıköy – Pendik minibüslerinin güzergahı olan Ziverbey Caddesi, “Üst yol”..
Kadıköy – Bostancı dolmuş güzergâhı olan Bağdat Caddesi, “Alt yol” diye geçer.
Vatandaşın gözaltına alındığı karakolda bir polis diğer polise, “Bu da mı Dev-Yol’dan geldi?” diye sorarken adam gayri ihtiyari, “Hayır, alt yoldan” geldim diyor.
Polis memurlarından biri de vatandaşı, “Altyol örgütü” üyeliğinden sorgulanacağı zannıyla, örgütün ismini ilk defa duyduğunu söyler…
Kayıtlara, "Alt-Yol Örgütü" zanlısı olarak işlenecek gibi olur. Galiba işlenmez. O kadar detayını hatırlamıyorum şimdi.
**
12 Eylül darbesi, 12 gün sonra 40’ncı yılına girecek.
Bir Amerika tezgâhı ve senaryosu olarak ülkemizde görüş farklılığı içindeki vatandaşların birbirini ölümüne kırdığı bir süreçti.
Bu anlamda Türkiye İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Hatay Milletvekili Barış Atay’ın Kadıköy’de kendisini vatan hainliğiyle suçlayan beş kişinin saldırıya uğraması..
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun hedef göstermesinin ardından bu saldırının gerçekleşmesi..
Adli yargılanma talebi istemiyle ölüm orucundaki Ebru Timtik’in hayatını kaybetmesinin ardından oluşan kamplaşmada meselenin terörize edilmesi, gidişat itibariyle 12 Eylül karanlığını, bir şekliyle hatırlatıyor. Ürpertiyor.
**
51 yılın geride kaldığı ömrümde 12 Eylül askeri darbesi, 28 Şubat, Ergenekon süreci, 15 Temmuz / FETÖ… gibi süreçleri yaşadım.
Hepsinin, ama hepsinin ortak bir özelliği vardı, var. Şöyle ki..
12 Eylül; devrimcisi ve ülkücüsü ile insanların hayli ağır bedel ödediği bir süreç oldu. Meselenin merkezine insanı koyduğumuzda s..d..k yarışı yapar gibi hangi tarafın daha çok mağdur olduğuna dair varsayımlar türetmek bence saçma bir kıyaslama. Girmedim, girmeyeceğim. O dönem “vatan hainliği” ve “terörist” yaftası çok yaygındı.
28 Şubat’ta “vatan haini” ve “teröristler” biçim değiştirdi. Muhafazakârlar veya siyasal İslamcılar ne diye tanımlarsanız tanımlayın, insanlar bedel ödedi. Gebze Belediye eski Başkanı Ahmet Penbegüllü gördüğü ağır işkencelerin ardından, akciğer kanserinden hayatını kaybetti. 31 Ağustos, 13’ncü ölüm yıldönümü idi.
FETÖ ama o dönem FETÖ değil, “Her istekleri yerine getirilen” Fethullah Gülen Cemaati tezgâhıyla Ergenekon süreci yaşandı. Hedef tahtasında, “vatan haini” ve “terörist” yaftasında bu sefer ulusalcılar vardı.
Sonra cemaatle iktidar ilişkileri malum boyutlara geldi. 15 Temmuz’u adeta yıllar öncesinden gören Recep Tayyip Erdoğan; cemaati, 17/25 Aralık Türkiye’nin en büyük yolsuzluk vakasının açığa çıkmasının ardından terör örgütlüğü ile itham etti. 15 Temmuz’da bu suçlama, belgelendi. Darbe girişimi içinde yer almış almamış, planlamasında yer almış almamış, darbeyi savunan savunmayan her Fethullahçı yurttaş FETÖ’cü oldu. Eşitsizlikler ülkesinde Erdoğan’a reva görülen “Aldatıldık” hakkıyla aklanma, yurttaşlara reva görülmedi.
**
Şimdi, adeta yine 40-50 yıl öncesine döndük. Hedefte yine devrimciler var. Film adeta başa sardı ama, gözden kaçan veya bence yeterince tartışılmayan bir detay var. Kendi çapında, sosyal medya üzerinden alıcı gözle bir taramada bulundum. Şöyle bir tablo açığa çıktı.
Hani Ergenekon sürecinde Ulusalcılar, “Vatan haini” ve “terörist” idi ya. Hani o sürecin mağduru idiler ya. Şimdi, devrimcilere yönelik “Vatan hainleri, teröristler” korosunda en ön saftalar.
Geçenlerde sosyal medyadan yaptığım paylaşımda da naçizane sordu idim:
Aydınlık Gazetesi, devrimcilerin evlerinin krokilerini ne zaman yayınlayacak.
Malum,12 Eylül sürecinde yaşanmış ve 2000’li yıllar civarında Vatan Partisi (Dönemin İşçi Partisi) Genel Başkanı Doğu Perinçek, Hürriyet’ten Ayşe Arman’a verdiği röportajda soru üzerine, “Yaptık. Gerekirse yine yaparız” türü bir izahta bulunmuştu.
**
28 Şubat sürecinin yerelimiz mağdurlarını ise sosyal medya üzerinden, Facebook’taki sayfaları üzerinden sorguladım.
Sosyal medyanın yangın yerine dönüştüğü Ebru Timtik vakasına dair lehte veya aleyhte hiçbir paylaşımda bulunulmamış.
Mevcut konumları üzerinden Gebze Belediyesi AKP Meclis Üyesi Mahmut Yandık,
dönemin Gebze Belediyesi Meclis Üyesi esnaf Temel Dinç,
Ahmet Penbegüllü’nün ölümünün ardından işkencecilerin yargılanması için önce yargıya giden ancak ardından türlü gerekçelerle cayıp “Onları Allah’a havale ettim” diyen Ahmet Penbegüllü’nün ağabeyi sanayici iş insanı Mehmet Penbegüllü,
dönemin Gebze Belediye Başkan Yardımcısı günümüz KBB 1. Hukuk Müşaviri Avukat Necmi Özen…
Sosyal medya üzerinden hiçbir kelamlarına en azından ben rastlamadım.
Ancak saygı duyduklarım manevi yaşantıları gereği, “Haksızlık karşısında susan dilsiz Şeytan’dır” anlayışı üzerinden de lehte veya aleyhte bir kelamları, bence sırıtmazdı.
Hadi yukarıdaki isimler Milli Görüş gömleğini zaten çıkarttı. Ya Milli Görüş partileri.
Ya 28 Şubat’ın en mağduru Necmettin Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan’ın genel başkanlığını yaptığı Yeniden Refah Partisi’nin bölgemizdeki teşkilatları ne düşünüyor.
İmzalanmasına karşın yürürlükte olmayan İstanbul Sözleşmesi’ne karşı yaptıkları bir açıklamada, sözleşmenin kadın cinayetlerini arttırdığını iddia eden açıklamaları dahi olduydu hâlbuki.
Ya da Saadet Partisi, konuya dair ne düşünüyor, yerelimizdeki Saadet Partisi.
“Dokunma yanarsın” taktiği mi uygulamaktalar?
**
Topyekün bir değerlendirme ile bağlamak gerekirse..
Hangi siyasi düşünceye, duruş sahibi olursak olalım Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olarak hepimiz,
Bugünlerde önüne gelene “Terörist”, “Vatan haini” yaftası vurup her türlü fiziksel, sözel saldırıda bulunanlar dahil hepimiz ama hepimiz..
Potansiyel “vatan haini”, potansiyel “terörist”iz.
Ve ne yazık ki durumun farkında değiliz.
Ancak 12 Eylül darbesinin 40’ncı yılına 12 gün kala, sanki bir filmin tekrarı öncesi, jeneriğini izler gibiyiz…