AKP iktidarlarının en önemli adımlarından biri politik muhaliflerini susturma girişimidir. Bunu, her koşulda yasal ya da yasal olmayan tüm yolları deneyerek yapıyorlar.
Son dönemin politik tutuklamalarına bakarak bunu söylemek son derece kolay.Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) yöneticileri ve üyelerinin bir bölümününtutuklanmaları da bunun en somut göstergelerindendir.
ÇHD’li avukatlar, 14 ay tutuklu kaldı. Hiç de öyle yabana atılır bir süre değil. 14 ay boyunca özgürlükten yoksun kalıyorsunuz. Tüm meşru haklarınız elinizden alınıyor. Ve sonrasında da, olmayan gerekçelere dayalı suçlamalarla oluşturulan sözde iddianameler patlıyor, ardından tahliyeler başlıyor.
Dünyanın hiçbir ülkesinde bu gelişmelere ‘’adaletin tecellisi’’ denmez. Ama, Türkiye’de böyle gösterilmek için her yol deneniyor.
ÇHD yapısını, yönetimlerini ve mücadele perspektifini yakından tanırım. Yönetim ve üyeleri, her zaman ve her koşulda halkın, yani emekçilerin ve yoksulların yanında olmuş, savunma haklarını sermaye düzeninin sıkıştırmalarına karşı kararlılıkla kullanmışlardır. İşte, tam da yeni bir dönem için kurgu yapılırken, bu tür savunmalara yer bırakmamak adına tutuklanıp 14 ay süre ile özgürlüklerinden yoksun bırakıldılar.
Ama, ÇHD’lilerin bu sürede duyguları ve düşünceleri daha diri hale gelmiş. Bunu, Genel Başkan Yardımcısı Münip Ermiş’in "Devrimciler için hapishanede olmak politik mücadelenin bir biçimidir. 1974'ten beri ÇHD susmadı, susmayacak. Hep birlikte AKP ve Cemaat'i uğurlayacağız" ifadelerinden daha iyi anlıyoruz.
Halkın Hukuk Bürosu avukatlarıyla, F tipi cezaevlerindeki tecrite karşı mücadele ve ölüm oruçları sürecinde çok kez görüştük. Tavırlarını çok net biliyoruz. 14 ay tutuklu kalanlar arasında bilinen isimlerden Genel Başkan Selçuk Kozağaçlı ve İstanbul Şube Başkanı Taylan Tanay, bu görüşmelerde muhatabımızdı. Kocaeli’nde Tecrite Karşı Dayanışma Komitesi sözcülüğünü yürüttüğüm dönemde çok desteklerini aldık.
Meslek ilkelerini ''Halkın çıkarlarını korumak adına savunma'' olarak tanımlayan Selçuk Kozağaçlı, kendilerini hiç bir zaman tutuklu, önüne çıkarıldıkları şeyin de mahkeme olduğunu kabul etmediklerini belirtip, "Biz tutuklu değil tutsaktık" sözüyle özetliyor aslında bu dönemi.
Haziran direnişinin, bir daha hiç kimsenin ülkeyi bu kadar hegomonya altında tutamayacağına işeret eden Kozağaçlı, "Haziran Direnişi'nde ve Berkin Elvan'ın cenazelerinde burada olamadık. Ancak bu ayaklanma halkın kendi kendini yönetebileceğini gösterdi. Hükümet halk mahkemelerinde yargılanmalı" diye konuşmuş.
Bu ifadeler, Haziran direnişi sürecinde herkesin kabulü haline gelen ''bu daha başlangıç, mücadeleye devam'' sloganın devamına işaret ediyor.
ÇHD'li avukatların tutuklanması, kendilerinin de deyimiyle aslında bir uzlaşmanın değil bir mücadelenin sonucudur, siyasi bir karardır. İçeri girerken, polislere 'Asıl örgüt sizsiniz, asıl terörist sizsiniz' demişlerdi. Onların içeride olduğu sürede yaşanan olaylara bakınca, pek de haksız olmadığını gördük. Siyasal iktidar, muhaliflerine karşı sertleşmeyi ve her argümanı baskı için pervasızca kullanmayı sürdürdü, daha da süredüreceği apaçık görünüyor.
Bu yönetim biçiminin adı açıkça faşizmdir...
İzmit'te yaşayanların da yakından tanık olduğu üzerfe, pazar günü kent sokaklarına çıkmak, araçla bir yerden başka bir yere gitmek kuralsız biçimde ''güvenlik gerekçesiyle'' yasaklanmıştı. Güvenliğin nedeni, son derece incitici, kenti yönetenler ''Başbakan'ı halkından korumak'' için, kent halkına işkence çektirmekte sakınca görmemişti.
Ama üzülmeye yer yok, saltanat devri sona erdiğinde, halkına ızdırap çektirenler kaçacak delik arayacak. Çünkü, tüm susturma hamleleri boşa çıkartılmış olacak.
Aydınlık günlere olan özlemimle...