SUÇLARIN ANATOMİSİ…

        Uyuşturucu denilen afetin toplumsal yaşama ne kadar indiğini görüyoruz. Sanat dünyasında adı geçenlerin de üst üste takibata uğradıkları günlük haberlerdedir. İnsanların dünyasını zamanla karartan, ruhsal ve maddi zararlar veren bu afetin bu boyutta yaygınlaşması dehşet vericidir. Uyuşturucu tacirlerinin, okul kapılarına yuvalandıkları da yansıyan olaylardandır.

       Birtakım yabancı ülkelerde devlet eliyle uyuşturucu malzemesi temin edildiği ve halka dağıtıldığı bilinmektedir. Hollanda bu konuda en öndedir. Tahsisli parklarda uyuşturucu şırıngalarını bile polis dağıtmaktadır. “Uyuşturucu ticaretinden gelir elde eden illegal örgütlerin, başta PKK olmak üzere sayılarının belirsiz olduğu” çok ifade edilmiştir.

    Türkiye, özellikle çeşitli etkenlerle artan olumsuz toplumsal değişimlere uğramıştır. Uyuşturucu kullanım yaşı ilköğretim düzeyine inmiş, gasp ve kapkaç olayları alabildiğine artmıştır. Tüketim çılgınlığının özendirildiği çığırından çıkış, hırsızlık ve dolandırıcılığı yoğunlaştırmıştır. “Köşe dönücülük” bir yolsuzluk yöntemi olurken, zenginlik hayalleri zihinleri işgal etmiştir. 

     Önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi “Suç ve Ceza” ilişkisi üzerinde çalışan hukukçuların tezleri değişiktir. İtalyan hukukçu Lombroso;”Suçlunun yaratılışla ilgili olduğunu, genetik özelliklerle bağdaştığını” savunmuştur. Ancak, 20.yy. başlangıcıyla birlikte bu teze karşıt antitezler öne sürülmüştür. Lombroso karşıtları; “Suçun sosyal ve ekonomik bir olay sayılmasını” kanıtlamaya çalışarak; “İlkellikten uzak ve eğitim düzeyi yüksek veya iş bularak çalışan toplumlarda suç oranının azlığına” işaret etmişlerdir. “Sosyal devlet” olgusunun toplumcu bir ölçüt sağladığı ülkelerde suç ve ceza ilişkisinin azaldığına dikkat çekmişlerdir. Bu sav, günümüze doğru giderek ağırlık kazanmıştır.

    Suç ortamını geliştiren zemin nedir? Öncelikle terbiyeli, yekdiğerine saygılı bir toplumsal anlayışın yerine; bireyci, paracı, keyifçi, çıkarcı ve kavgacı bir tipleme inşa edilmiştir. Sosyal devletin yerini; “Altta kalanın canı çıksın” misali başıboş piyasa ekonomisi almıştır. Ülkenin en az yarısı, başka ülkelerde yaşamanın düşlerini kurmaktadır.

   Bir iş ve çalışmaya bağlı olmayan göç eylemselliğinin, sosyal uyumsuzluklar oluşturduğu kesin bir olgudur. Çünkü sosyal dokuda sorunlar belirmiştir. Türkiye’nin belli yörelerinde oturanlardan, göç edenleri dışlayanlar çıktığı gibi, göçle gelenlerin de kendilerini hep geldikleri yörenin insanı olarak tanımladıkları bir gerçektir. Uyumsuzlukların; çelişkilere, kavgalı düşmanlıklara ve gergin yerleşim yörelerine dönüşmesi, olağan tablodur. Suç teşkil edecek gelişmeler, uyumsuzluklarla yaşanmaktadır.

    Yüksek eğitim alanların bile iş bulma açısından karşılaştıkları zorluklar onları hem mutsuz etmiş ve hem de toplumsal isyankârlıklara sürüklemiştir. Gençler, kendilerini toplumda güvencesiz görmektedirler. Gençlik; apolitik, boşverici kimliğe büründürülerek, toplumcu kaygılardan soyutlanmak istenmiştir. Kendi kişiliğine güvenmeyen ve en ufak yaşamsal zorluk karşısında bocalayan, hemen büyüklerine başvuran ve paniğe kapılan bir gençlik kalıbı dökülmeye çalışılmıştır. Bunlara karşın, gençliğin özündeki “şahsiyetli” yapısı gelecek için ümitvar olmamızı işaret etmektedir.

    Türkiye; erişilen % 9 kalkınma hızıyla, çalışma ortamı sağlayan Kamu İktisadi Teşekkülleriyle, planlı kalkınma yöntemiyle, denetlenen piyasayla yaşadığı dönemden uzaklaştırılmıştır. Getirilen AB-ABD modelleri, bu ülkenin genetiğine uymamıştır. Ama geçmişte bırakılan toplumcu model anlayışı, hem Türkiye ve hem de dünyada yaşamsal güveni tekrar yer ettirmeğe yönelik işleviyle, değer kazanmaktadır.”Adam Smith” liberalizminin getirdiği felaketler, yerini sosyo-ekonomik halkçı-devletçi müdahalelere bırakmaktadır.

     Suç ve ceza ilişkisinin kaynağı, yaşamsal güven bunalımını içeren nedenlerdir. İnsanı esas almayan vahşi liberalizm; uyuşturucudan tutunuz da diğer tüm suçları da kapsayacak şekilde temel suç kaynağıdır.”Sosyal devlet” ise toplumsal dertlerin ihtiyacıdır.