Bu gecenin yarısını sokaklarda geçirdim. Yine cinler, hortlaklar, şeytanlar nerde ne kadar sıkıntı varsa geldi doldular içime.
Şafak üstüme sokaklarda attı bu durumdan pişman falan değilim.
Aslında değişiklik oluyor. Panik atak nefesimi kesti, yatağın içinde sağa sola dönüp puflayıp, oflamaktan yürümek daha faydalı oluyor.
Yürümek ilaç gibidir. Ben bilindiği gibi kafadan biraz çatlağım, çocukluğumda da böyleydim.
Çok çabuk büyüyüp büyüklerin emirlerinden kurtulmak isterdim hep.
Gerçi 60’ımı geçtim o büyüklerin emirlerinden kurtulamadım.
Ülkedeki bu cehalet böyle devam ederse, ölene kadar da kurtulamam.
Bizim büyüklerimiz bilmezler insanın çocukluğunda yaşadığı bu tür tranvalar ölene kadar yakasını bırakmaz.
Bende bırakmadığı gibi...
Akşamdan inceden yağan yağmur sabaha yakın tüm hızıyla yağmaya başladı.
Mart, Nisan yağmurları böyledir.
Baharın gelişini müjdeler.
Boşuna değildir gök yüzündeki bulutlar su sağlıyordu.
Böyle yağmurlarda yürümenin zevki bir başka oluyor.
O saatler de toprağı görmeliydiniz toprak bir bebeğin annesinin mamalerinden süt emdiği gibi yağmur sularını emiyordu.
Doğayı doğayla insanın ilişkilerini hayatı varlıkların nedenini düşünmek yorumlama böyle böyle birşey.
Bu geceyi hiç unutmayacağım...
Sevgili Dostlar bu güzelliği sizlerle paylaşmak istedim.
Bir görmeliydiniz o bahçeler, bağlar yağmur suyuna nasıl güzelleştiler.
Yeşile büründüler...
Sokaklar, caddeler, meydanlar duş almış gibi pırıl pırıl oldular.
İnanın kendimi unuttum ne sıkıntım kaldı ne de panik atağım.
Şimdi size şehri gece bekleyenlerden söz edeceğim.
Sabahın beşinde tarihi hamamın önündeydim.
Yapının girişinde ki korumalı balkonun altında saçı sakalı birbirine karışmış eski paltosuna sarılmış bir elinde sigara diğerinde kırmızı şarap şişesiyle orada oturan Hamdi Amcayı anlatacağım;
Beni görür görmez “Hayrola Tuncer Bey bu saattlerde işin ne burada, yenge evden mi kovdu. Durumun pek hayra alamet değil”
Hamdi Bey hem benimle konuşuyor hem de elindeki şaraptan yudumluyordu.
Birşey yememişsen aç karnına dokunur dedim.
Güldü, “o hanımefendi evlatlarına dokunur,bana dokunmaz. Benim dostum, evim barkım, dert ortağım sevgilimdir.
Elindeki sigarayı göstererek “bu da benim metresimdir” dedi.
“Sen beni tanımazsın Ağam ama bizler seni tanırız. Kendi aramızda sana Rasputin deriz.
Sen ne kadar da Dovstoyevski’nin Raskalnikof’unun yerine koysan da kendini Sen bir Rasputinsin....”
Rasputin Rus edebiyat tarihinde çok özel yeri olan bir adamdı.
Ama bir özelliği daha var cahil, köylü kılıklı, şeytana papucu ters giydirecek kadar kurnaz.
Çar’ın sarayına bir çıkıyor bir daha da onu oradan kimse indiremiyor.
Burası uzun hikayedir.
Sarayın sahibi Çar’ın ve Çariçenin akıl hocası olur.
Ağzından çıkan herşey kanun gibidir.
Ordunun tüm üst düzey komutanlarını alır oralara kendini kollayan, koruyan Generaller, amirler getirir.
Sarayın altını üstüne getirir.
Bütün bunları yapmasının gücünü Çariçeden almaktadır.
Rasputin’in yaptığı en önemli işlerden biri de dönemin devrimcilerinin işlerini kolaylaştırmasıdır.
Çar’ın yıkılmasının en öönemli etkenlerinden birisi Rasputin’in sarayda orduya yaptığı tahribattır.
Hamdi dayının bana Rasputin demesinin altındaki yatan gizemli cümle budur.
Sevgili Dostlar, şimdi haklı olarak bazılarınız ülkede bunca hayati önem taşıyan sorun varken bu adam nelerle uğraşıyor diyorsunuz.
Bu konuları yazan öyle çok adam var ki, Türkiye’yi bu hükümet bir Ortadoğu ülkesi haline getirdi.
Ben bu ülkede yaşananlara tahamül edemiyorum.
İnsanlarımızın çoğunun kulakları sağır, gözleri kör, vicdanları kararmış, bilinçleri çökmüş.
Meydanlarımızda kan revan, ferhat figan, ölü bedenlerle kollarla bacaklarla dolmuş iki gün önce eski kırık dökük çöp kokan bir mahalleden geçiyordum.
Aniden başım döndü vücuduma soğuk terler doldu, ayaklarım titremeye başladı, yere oturdum.b
O mahallede yaşanan kirli çamurlu yoksulluk acı kokan hayatı seyrettim.
Bu sizi sevindirecek mi tatmin olabilecek misiniz?