Mehmet Faruk Habiboğlu, 12 Eylül askeri darbesini 17 yaşında iken gördü. Liseyi yeni bitirip üniversite sınavlarına giren, aldığı puan doğrultusunda üniversite aradı. O zamanlar merkezi olarak yerleşmeyen öğrenciler için kontenjanı dolmayan veya ön kayıt ve yetenek sınavı ile öğrenci kabul eden fakülte ve yüksekokullar vardı. Mesleği SMMMO ve aynı zamanda eğitimci. Şairliğinin yanı sıra memleketinin yerel basınında köşe yazıyor, amatör fotoğrafçı. Birkaç yıl Gebze’de oturan, Gebze Şiir Meclisi’nin de aktivistlerinden olan Habiboğlu, ikametini ve mesleğini İstanbul’un Kartal İlçesi’nde sürdürüyor.
BİRGÜN GAZETEMİZDE DE AĞIRLAYACAĞIZ
Mehmet Faruk Habiboğlu bu röportaj ve diğer temasları için Kartal’dan Gebze’ye geldi. Gazetemize birkaç dakika mesafedeki Fatma Hanım Parkı’nda çay kahve eşliğinde sohbet edip röportajı tamamladık. Bu dizimizde fotoğrafların arka planlarına da seçici olduğumuz için Habiboğlu’nu Gebze’nin sokaklarında rastgele fotoğrafladık. Fatma Hanım Çay Bahçesi ve parkında başlayıp Gebze – Kocaeli EYT Derneği’nin o güne denk gelen açıklamasında, meydanda tamamladık. Ama bir gün Habiboğlu’nu gazetemizde de ağırlayacağız:
AİLE OLARAK TÜRK SOYLUYUZ
- Ülkücü fikriyat ile ilk ne zaman ilgilenmeye başladınız?
- Ortaokul yıllarında 11-12 yaşlarında iken ülkücü fikre ilgi duyardım. Muhtemelen ailemin ve okuldaki kimi milliyetçi öğretmenlerimizin etkisi olmuştur. Türklüğe, Türk Tarihine çok meraklıydım. Biz aile olarak Türk soyluyuz. Ergenekon Destanı’nı birkaç defa okumuş çok etkilenmiştim. Bozkurt armalı bir kemerim ve rozetim vardı. Bazen okula giderken takardım. Anneme “Biz Türkler Bozkurt’tan türemişiz” diye anlatırdım.
BABAM ÜLKÜ OCAKLARI’NA GÖNDERMEDİ
Bu süreçte milliyetçi kitaplar çok okudum. Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları, Ömer Seyfettin Hikayeleri vs. Ancak Ülkü Ocakları’na veya başka herhangi bir derneğe, teşkilata üye olmadım. O yıllarda yayılmaya başlayan anarşik olaylardan dolayı babamın sürekli uyarıları ve gözetiminin bunda etkisi vardı.
SAĞDAN, SOLDAN HEPSİNİ
RAHMETLE YAD EDİYORUM
- O yılların Urfa’sını gözlemleriniz üzerinden anlatır mısınız?
Yaşadığım Urfa, o dönemde ülkücü hareketin önemli bir gücünün ve taraftarının olduğu şehirdi. Nitekim sonraki yıllarda 12 Eylül’e varan süreçte onlarca ülkücü şehidi verdi memleketim. Bugünkü pencereden bakınca, o dönemde yine sol cenahtan da birçok yiğit gencin Urfa’da toprağa düştüğünü hatırlıyor ve sağdan olsun soldan olsun hepsini üzüntüyle ve rahmetle yâd ediyorum.
O ZAMAN ÖRGÜT
ADLARI APOCULAR İDİ
Ortaokul sonrası Urfa Endüstri Meslek Lisesi’ne gittim. Birinci sınıfın ikinci yarısından itibaren ta mezun olana kadar yani Haziran 1980’e dek ne doğru dürüst eğitim alabildik, ne doğru dürüst okula gidebildik. İki güne bir boykot, iki güne bir kavga. Öğretmenlerimiz de sağcı solcu diye bölünmüştü. İlk defa bölücü Kürtçü eylemler de o yıllarda Urfa ve civarı şehirlerde görülmeye başlandı. O zaman örgüt adları Apocular idi. Kendi okulumuzdaki olaylarda az coplanmadık, kimi kavgalarda dayak yedik.
BANA DOKUNMADILAR…
Ama o süreçte yine babamın ciddi gözetiminin etkisiyle sanırım örgütlerden, derneklerden uzak durdum. Nihayet 12 Eylül darbesi oldu. Lise bitmişti. Dediğim gibi üniversite arayışındaydım. Darbe sonrası toplu tutuklamalar olmaya başladı. Herhangi bir teşkilat üyeliğim veya kriminal eylemim olmadığı için bana bir şey olmadı. Ama sağdan ve soldan kimi arkadaşlarım ve tanıdıklarım tutuklandı.
NURİ’Yİ İŞKENCEDEN GEÇİRİP
YARGILAMADAN BIRAKTILAR
- 12 Eylül askeri darbesini tanımlar mısınız? Sizce neydi?
- 12 Eylülü renksiz, ideolojisiz, bir derin devlet darbesidir diye tanımlarım. Darbeyi yapan güç her fikri buldozer gibi ezmiştir. Ülkücülere Mamak, Devrimcilere Metris, Kürtçülere Diyarbakır zindanlarını adres eylemiştir. Hepsine her türlü işkenceyi, zulmü yapmıştır. Mesela Urfa’da çocukluktan arkadaşım şimdi merhum olan Nuri’yi gözaltına aldılar. Bir aya yakın ailesiyle bile görüştürmediler. Sonra salıverdiler Nuri’yi. Tanınmaz haldeydi. Ayak bilekleri elektrik işkencesinden yanmış, yara bere içindeydi! Aylarca kendine gelemedi. Yargılanmaya gerek bile görülmedi sonra.
DARBENİN ZARARLI ETKİSİNİ
SONRADAN GÖRDÜM
- Darbenin yakın çevrenize bir eziyeti oldu mu?
Ben doğrudan 12 Eylül rejiminin eziyetine muhatap olmadım. Ailemden de olmadı. Ancak 4-5 yıl süren 12 Eylül darbe yönetiminin başka zararlarını gördüm. Rejimin kararları benim gibi birçok insanın geleceğini olumsuz yönde etkiledi. Mesela, 1981 yılında Bursa Üniversitesi İktisadi ve Sosyal Bilimler Fakültesi’ni hem de yüzde 4 başarı dilimiyle kazanmıştım. Ancak darbeciler 1982’de YÖK’ü icat ettiler ve ülkedeki üniversite düzenini darmadağın ederek birçoğunun olduğu gibi bizim okulun da adını, şeklini, içini değiştirdiler; Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ettiler, çok düşük puanlarla girilen Ticari İlimler Akademilerini fakültemize bağladılar vs.
İLK EYLEMİM BAŞÖRTÜSÜ İÇİNDİ
Hâsılı okulumuzun düzeyi ondan sonra düştü, yüzdelik dilimi yüzde 25-30’lara indi. Yine 12 Eylül yönetimi bizim okulumuz da dâhil okullarda kız öğrencilere başörtüsü yasağı getirdi. O günün koşullarında buna direnebildik. Özellikle biz ülkücü öğrenciler öncülüğünde kısmen de Milli Görüş’ten öğrencilerle birlikte imza verme, derse girmeme eylemleri yaptık. Kapıda her gün polisin, askerin olduğu o zamanki fakültemizin bulunduğu Hürriyet Kampüsü’nde bunlar büyük cesaret gerektiren işlerdi.
YURTTA İÇTİMA
O sıralarda bir özel öğrenci yurdunda kalıyordum. İki güne bir gece yarısı yurdumuzu güvenlik güçleri basıyor, arama yapıyor, adeta psikolojik bir baskıya maruz bırakılıyorduk. Sanki tutukluymuşuz gibi bizi yurttaki yatakhanelerimizden aşağıda içtimaya çıkarırlardı. Hoşlarına gitmeyen her söze, harekete tokatla, yumrukla cevap verirlerdi…
- Tanık olduklarınız, gözlemleriniz, yaşadıklarınız temelinde 12 Eylül sizin üzerinizde ne tür izler bıraktı?
12 Eylül’ün şahsen benim düşünce dünyamda daha büyük etkisi olmuştur. Askeri rejimin devam ettiği o 3-4 yıllık süreçte ülkücü evrimimi tamamladığımı sanıyorum. Zira daha çok okumaya daha çok sorgulamaya daha çok anlamaya çabaladım. Mesela otorite nazarında sağcı solcu şucu bucu olmanın pek de önemli olmadığını, otoritenin yalnızca mutlak biat ve itaat istediğini öğrendim. Bu ülkenin gençlerinin, fikirlerini ortak bir masada konuşup tartışmak yerine kavga etmeleri için sokaklara bir irade tarafından itilmiş olduğunu fark ettim. Ülkemizin Amerikancı yönetimlerle yönetildiğini, Amerika'nın ülkemizde yapılan her darbenin gizli eli olduğu fikrine erdim. Şahsen Tam Bağımsız Türkiye görüşüne o okumalarım sonucunda ulaştığımı hatırlıyorum.
- Çok tartışılıyor. 12 Eylül bitti mi, sürüyor mu? Neden?
12 Eylül zihniyeti Türkiye'de sona ermiştir ancak resmi, somut, legal devletin değil ama gayrı resmi, soyut, baskıcı bir devlet ya da siz buna derin devlet de diyebilirsiniz, bu zihniyet hiç bitmedi bitmez de. Çünkü bana göre 12 Eylül'den evvelden gelen hatta Orta Asya'daki yurdumuzdan beridir hep devam eden halka, millete yönelik bir anlayış ve uygulama var. Bu kutsal devlet diyebileceğimiz bir görünmez güçtür. Buna göre devlet millet için değil millet devlet için vardır. Devlet ebed müddettir. Devlet babadır. Devlet Alidir. Devlet Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesidir. Böyle ifade edilir Türk Tarihinde.
Bu güç için reel yasal somut devletin de pek önemi yoktur. Biri yıkılır biri kurulur. O yüzden onlarca belki yüzlerce devlet kurmuşuz. Bahsettiğim bu anlayış için herkes ve herşey araçtır. O'nun tebaası hatta kuludur. Gerekirse kardeş bile katledilebilir. Nitekim Fatih Kanunnamesi bu doğrultudadır. Bu gücün yegane amacı kendi varlığını ilelebet kılmaktır. Ne zaman ki ipler elinden çıkmaya başlarsa bu güç milletin unsurlarını birbirine bile kırdırır. Nitekim tarihimizdeki boy ve soy savaşları, taht kavgaları, ayaklanmalar... 12 Eylül'ü getiren süreçteki anarşik olaylar da hep bu nedenledir. Belki bunda biz Türklerin töre ve anane olarak sorgusuz kabul ettiğimiz ve böylece genetiğimize işleyen bir zihinsel özelliktir bu. Halbuki bence aslolan millettir, insandır. Devlet ister soyut ister somut olsun, o milletin hizmetkarıdır. Öyle olmalıdır şahsi görüşüm. Edebali Hazretleri'nin dediği gibi “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.”
- Günümüz itibariyle, siyaseten neci’siniz?
- Ben ülkücüyüm. Yukarıda bahsettiğim gibi çocukluğumda başlayan fikirsel evrimim okudukça, sorguladıkça beni getirip bir Türk Milliyetçisi kıldı. Ailem klasik geleneksel bir Türk ailesi. Öyle sofu koyu dindar değiliz. Ama normal olarak ibadetlerini yapan mazbut ve muhafazakar bir aileyiz. Bu ailede yetişmemin de ülkücü olmamda mutlaka katkısı olmuştur. Ülkücüyüm ama hiçbir zaman partici olmadım. Evet, süreç içerisinde partili oldum; önceleri MHP üyesiydim. Ancak o zaman dahi mutlak biat ve itaat anlayışına itirazım olurdu. Mesela MHP'de mehur kuraldır,
“Liderimin yanlışı benim doğrumdan üstündür!”.
Ne demek efendim, olur mu öyle şey? Yanlış yanlıştır ve kötüdür, doğru doğrudur ve iyidir. Lider de hata yapabilir. Nitekim 90'lı yıllarda bu yöndeki sorgulamalar MHP içinde de yayılmıştı ve merhum Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları neticede partiden ayrılıp Büyük Birlik Partisi'ni kurdular. Tam o sırada ben ve Urfa'da bir grup arkadaşımız da onlarla birlikte hareket ettik. BBP'nin Urfa teşkilat kurucularındanım.
Muhsin Başkanla birlikte siyaset yaptık. Urfa'da Merkez İlçe Başkanı, il ikinci başkanı olarak görevler yaptım. Muhsin Başkan bize “Benim bir yanlışımı görür de beni uyarmazsanız ahirette sizden davacı olurum” derdi. O dönem tamamen istişareye dayalı insan merkezli bir parti olan BBP'de sırf Allah rızası için hizmet ettik. Allah şahittir değil bir kuruş nemalanmak aksine çocuklarımızın rızkından harcadık. Helal hoş olsun! Muhsin Başkan'ın şehadetinden sonra BBP'nin süreç içerisinde değiştiğini, lider sultalı bir anlayışa yöneldiğini görünce ayrıldım ve ta ki İyi Parti'ye kadar siyasi partilerden uzak durdum. Sayın Meral Akşener, kendisi İçişleri Bakanı iken tutarlı, dirayetli, derler ya erkek gibi duruşu ile ilgimi çeken bir siyasetçiydi. MHP'de olduğu dönemde de hele Meclis Başkanvekilli iken izlerdim kendisini. Ekmelettin İhsanoğlu'nun adaylığı gündemde değilken “Keşke sayın Akşener aday gösterilse” dediğimi yakın çevrem bilir. Ama tabi ki süreci biliyorsunuz, sayın Akşener sonunda MHP'den ayrılmak durumunda kaldı.
O sıralarda herhangi bir parti üyesi olmamakla beraber Meral Hanım'ın parti içi demokrasi mücadelesini gönülden desteklemiş, takdirle izlemiştim. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Gebze'ye yerleşmiştim. (Bir kaç yıl Gebze'de yaşadıktan sonra işimin gereği Kartal'a göçtüm.) Evet Gebze'de Meral Hanım'ın aday olması için imza verdim. Daha önce İyi Parti'nin kurulmasıyla Gebze teşkilatında partiye üye oldum.
- Akşener’e ilgi ve desteğinizi anladım. Ama orası bir parti. Niçin İYİ Parti?
- Niye mi İyi Parti? Çünkü İyi Parti uzun zamandır AK Parti ile Cumhuriyet Halk Partisi arasına sıkıştırılan seçmene üçüncü bir seçenek demek. Atatürkçü, demokrat, milliyetçi, modern muhafazakar bir parti. Bakın İyi Parti'yi sadece ülkücüler değil sağdan soldan ortadan bir çok görüşten insanlar az önce sözettiğim ortak ilkelerde buluşarak kurdu. Nitekim ülkemiz için iyi ki kurulduğunu gördük. Böylece ülkede demokratik bir değişim umudu yeniden yeşermiştir İyi Parti sayesinde. Bunun somut sonuçlarını son yerel seçimlerde yaşadık mesela. Şu anda sade bir İyi Parti üyesiyim. Aktif politika içinde değilim. Sonuçta 4 yıl önce memleketinden kopup buralara (Önce Gebze sonra Kartal) gelen ve buralarda kök salmaya tutunmaya çalışan, bu bağlamda henüz etkin bir çevre edinememiş biri olarak zaten aktif parti yöneticiliği de yapamazdım.
BENCE DARBE PLANLANMIŞ BİR KURGUDUR
- 12 Eylül askeri darbesini o dönem ben dahil çocuklar ile birlikte olgunların da önemli kısmı alkışlamıştı. Ancak o olgunların yine önemli kısmı sonradan sövmeye başladı. Sizce neden?
- Evet, mevzu 12 Eylül Darbesinin 40. yıldönümü münasebetiyle açıldı. Bugünden bakınca hüküm vermek kolay, yargılamak kolay. O günleri hatırlayanlar bilir; sıradan halk ülkeyi askeri darbeye getiren sürecin arka planını bilmediği için, o dönemde askeri darbeyi alkışlarla karşılamıştı. Öyle ya düşünün, her gün onlarca oğlunu, kızını anarşiye kurban veren anneler, babalardı onlar. Darbenin planlanmış bir kurgu olduğuna inandığımı daha önce belirtmiştim. Keşke millet olarak demokrasiyi, tahammülü, hoşgörüyü içselleştirmiş bir toplum olsaydık ve olsak, bu tür demokrasi dışı kurgu ve müdahalelere fırsat oluşmasaydı. Herşeye rağmen kanaatim şudur ki en kötü demokratik yönetim en iyi askeri yönetimden daha iyidir. Demokrasi erdemli toplumların yönetim biçimidir. Bizim de daha çok eğitimle daha çok ahlakla ve daha çok merhametle bunu haketmemiz gerektiğini düşünüyorum.
- İlave olarak?
- Aslında on yıllardır gerek yayınlanmış 3 şiir kitabımla gerek yazdığım yerel gazete ve internet haber sitelerindeki yazılarımla kendi edebi ve siyasi görüşlerimi, düşüncelerimi insanlarla paylaşıyorum. Ancak ilk defa böyle derli toplu ve kapsamlı bir biçimde kendimi ifade etme olanağını siz ve değerli gazeteniz bana sunmuş oldunuz. Bu yüzden size müteşekkirirm. Sizlere ve değerli okurlara saygılar sunuyorum.