SEVİŞEN KUŞLAR, ROMANTİK KÖPEKLER , KRAL KEDİLER, AŞKLAR VE KADINLAR...!

Tuncer Altunbulak

Dün akşam bir televizyon programında bir kedi yavrusunun bir köpeği emdiğini gördüm. İkisi de öyle mutlu ve rahattılar ki, ben de mutlu oldum.

Daha önce de bir parkta bir kediyle farenin oynadığını görmüştüm.

Bu hayvanları biz birbirlerinin düşmanları biliriz ya bu gördüklerim bana biraz tuhaf geldi.

Doğduğumda yoksulluktan annemin sütü olmadığı için bir süre bir keçiyi emmişim.

İnatçılığım süt annemden geliyor!

Çoğu insan bu gibi durumları Dünya’nın sonunun geldiğine yoruyor.

Onların düşüncesi böyle böylesi haller bana gelecek yılların kardeşlik, barış ve özgürlük yılları olacağı duygusunu verir.

Kedileri de köpekleri de çok severim köyde köpeğimin kurtlarrın parçalamasına sebep olduğu için babama küsmüştüm.

Köpekler romantik, duygusal olarak gönüllü sadık uşaklar gibidirler.

Ama kediler köpeklerin tam tersi inat hoşgörüsüz, kurnaz, insan kandırırlar,hep iktidardadırlar.

Kediler yalnız kendilerini sevenleri severler, gerçekçidirler.

Bizim pamuk yılan gibiydi.

Onu çok sevmemize rağmen o annemden başka kimseyi sevmezdi.

Annemin sıkıntılı olduğu zamanları anlardı, gider kucağında oturur, kederli kederli yüzüne bakardı.

Bazan de onu neşelendirmek için akla hayale gelmez şaklabanlıklar yapardı.

Bugün yine sinirlerim çok bozuk, düşüncelerim dağınık, ruhum kararsız, yaşadığım bir iki şey günümü vücudumu alt üst etti.

Kendimi hiç iyi hissetmiyorum.

Böyle zamanlarda yaşadıklarım gibi yazdıklarımda birbirinden kopuk oluyor.

Kusura bakmayın bende böyleyim.

Kendi hayat öyküme ağlayan biriyim.

Bir iki ay önce gittiğim bir düğünde çok hoşuma giden bir söz söylemişti.

Gelin adayı duvağını  yüzünden kaldırmış.

Kaşıda bir yere anlamsız anlamsız bakıyordu.

Onu kullandıktan ne yapıyorsun, nasılsın dedim, hüzünlü hüzünlü düğünümü seyrediyorum dedi.

Söylediklerinden daha çok şeyler söylemişti.

Yazılarım birbirinden kopuk da olsa insanları uykularından uyardığımı uyku ve uyuşukluklarını kaçırdığımı düşüncelerini değiştirdiğimi sanıyorum.

Sait Faik’in bir öykü kahramanı kalabalık bir cadde de yere oturur.

Gelene geçene hiştt der böyle yaparak onları uyarır.

Bütün düşüncem bu tür davranışlarda insanlara faydalı olmaktır.

Onbeş yıldır bir tür düşüncelerimi  bu beyaz kağıda döktüm.

Beyazladıklarımın çoğunu insanlardan duyduklarımdır.

Kaynağım kahvedeki ve parklardaki insanlardır.

İyi deyin kötü deyin insanlarımızın yaşadıkları anlattıkları bunlar.

Dün yine evden çıktım, önce bir kahveye bir iki çay içtim.

Sigara içtiğim zamanlarda çayla bir kaç tane sigara içerdim.

Çayla sigara iyi gider.

Yan masadaki iki kişiden biri ötekine başından geçen aşk hikayesini anlatıyor.

Yemeden içmeden kesildim.

Gece sabahlara kadar sevdiğim kızın evinin etrafında dolaşıyorum.

Köylerinin birinde geçmiş bu hikaye...

Aşk bu Dünya’daki nedeni olmayan tek duygudur.

Ne kimse diğerine “neden seviyorsun” diyebilir.

Ne de seven kişi nedenini bilebilir.

Yükümlülüğü yoktur.

Aşkın işte böyle öldürücü bir gücü vardır.

Bu güne kadar bu gizemli gücü kimse tam olarak anlayamamıştır.

Bu gizemliliği anlayabilen adam hayatın sırrına da ermiş olacaktır.

Aşk öldürdüğü gibi ölümcül hastalarıda diriltmiştir.

Bu adamlardan dinlediğim bu aşk öyküsünü bir iki gün önce bir ağacın üstünde sevişen o iki kuşu aklıma getirdi.

Kendilerinden geçmiştiler, erkek olanı gagasını iki de bir dişinin kafasına vuruyor eğilmesini istiyordu.Dişi olan karşılık olarak boynunu uzatıyor erkeğe doğru o da boynuna sarılıyor.

Gagasıyla dişinin gagasını gıdıklıyordu.

Dişi nazlanıyor, erkek ona kur yapıyordu.

Sonra dişi olan artık yeter dercesine uçtu gitti.

Sevenler böyle isteyerek bilerek birbirlerinin tuzaklarına düşerler.

Nietzsche, Rilke ve Freud dünyanın en gizemli en güzel kadınlarından biri olan Rus vatandaşı Solaman’ın tuzağına düşmüştüler.

Üçü de bu olayı hayatlarındaki en büyük olay olarak yazmıştılar.

Kadınlar  kadınlar kadınlar....

Ve Tanrı Kadınları yarattı...

Toplumun temel taşları, onlara yaklaşmayan , sevemeyenler Dünya’dan yaşamadan ot gibi giderler.

Rahmetli babam hastalığının son günlerinin birinde beni yanına çağırdı.

“Sana benim tek mirasım annendir, annene iyi bakacağına bana söz ver” demişti.

Annem babamın yaşama gayesiydi.

Deli bir kadındı, babam onun deliliğini severdi.

Ömrü boyunca ona elpençe hizmet etti.

Büyük bir aşk yaşadılar.

Sizlerden ayrılma zamanı yine geldi.

Ben yazımın hududuna geldim...!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.