Seçimin unutturdukları (2)

 

 

Demek istediklerimi sıralamaya başlayınca, sonu gelmeyecek hissine kapılmıştım. Böyle başladım dünkü yazımın ilk satırlarına.

Elbette sonu gelmeyecekti. Ama, böyle olacak diye hiç başlamamak ise bana yakışmazdı. Seçimin yarattığı politik kaos ortamında gölgelenen, unutturulan gerçek sorunları yeniden gündeme getirmek toplumsal sorumluluk ve görev olarak önümde duruyordu.

Bu sorumluluk ve görevi sürdüreceğim…

Belki çoğumuzun gündeminden çıktı, ama yeniden anımsamakta yarar var. Soma’da, 301 maden işçisinin hayatını kaybettiği katliamdan söz edeceğim.

O katliama ilişkin bir hukuk davası görülüyor.

Maden katliamından sağ kurtulan işçilerin anlattıkları, facia madeninde emekçilerin ne tür koşullarda çalıştıklarını gözleri önüne seriyor.

Madende usta olarak çalışan katliam tanığı Ramazan Demir, işyerindeki üretim baskısı yüzünden yemek yemeye dahi gidemediklerini söylerken, o maden işçisinin yaşadığı ilkel çalışma koşullarına işaret ediyordu.

Demir, dumanın geldiği alanla dinamit patlamasının hiçbir alakası olmadığını belirterek şunları söylüyor:

“U3 bölgesindeki 4. bantta şalterci olarak görevlendirilmiştim. Saat 14.20 civarında dinamit atıldı. Kısa bir süre sonra çalıştırmak için 4. bandın şalterine bastım ancak çalışmadı. Birden duman gelmeye başladı. Dumanı görmemle birlikte şoka girdim. Duman bizi hemen içine aldı. Duman gelince kılçık bacaya gittim, benden önce çıkan arkadaşların sesini duyunca yardım istedim. Oradan bir trafo geçirmişler duyduğuma göre. Dumandan önce bir patlama sesi duymadım. Dinamit atımıyla duman arasındaki zamanı hatırlamıyorum ama dinamit atılan yerle dumanın geldiği yerin alakası yok. Olayın dinamit patlamasından olmadığına adım gibi eminim.’’

‘’Şef bağırır, çavuş bağırır, 'O niye olmadı, bu neden yapılmadı?' Neden yemek yemediğimizi soran olmazdı. Yemek yemeye gidemediğimiz zamanlar oldu. Oturacak zamanımız olmuyordu" sözleri ise madenicilerin insanlıklarına müdahil olunduğunu gösterir cinsten.

Böyle bir ortamda çalışmak ve sonrasında ise madenci hayatının en büyük faciasını yaşamanın elbette bir bedeli olacaktı.

Demir de, bu bedeli ifade ederken, "Benim de iki çocuğum yetim kalabilirdi.Olaydan sonra psikolojim ve sağlığım bozuldu. Doktorlar, unutkanlık, ani öfkelenme, depresyon gibi belirtiler tespit etti’’ diyordu.

Daha ne diyebilir ki ?

Seçim gerilimi ve yarattığı atmosfer, bu önemli sorunun da üzerini örtmenin yoluydu. Siyasal iktidar bunu iyi kullandı. Ama, tüm çabası, bu katliamın üzerini de örtemezdi.

Tıpkı diğerlerininkini örtemediği gibi.

28 günlükken annesinin kucağında kalan o madenci bebeğinin gerçeğini, yaşadığı ve yaşayacağı gerçeğin, o ailenin acısının üzerini kim, hangi güçle ve yöntemle örtebilir ki ?

Üzerinden onlarca seçim geçse de,

İktidarı ellerinde bulunduranlar her yolu denese de, bu acıyı unutturamazlar.

 

(Sürecek)