Birkaç yıl öncesine kadar sanata etkisini yoğun olarak hissettiğim politik bir müdahale vardı. İki kutuplu dünya çökmüş, tek kutuplu azgın blok politik ve ekonomik saldırıyla yetinmemiş, insan beynini ve ruhunu kemiren kültürel bir işgale girişmişti. Onun için ‘’toplumculuk’’ içi geçmiş bayat bir anıdan, ‘’toplumsal kurtuluş’’ ise gerçekleşmesi imkânsız bir hayalden ibaretti.
Artık dünya değişmişti. Bu değişen dünyanın kurallarına göre her koyun kendi bacağından asılır, bize dokunmaya yılan bin yaşardı. İnsanlardan önce kendimizi kurtarmalı, sanatçılar siyasete bulaşmamalı, toplumcu gerçekçi sanat üretmemeli, üretilenleri tüketmemeliydik. Bunlar artık okunmayan, takip edilmeyen, dinlenmeyen modasını kaybetmiş, eskimiş, küflenmiş akımlardı onlar için. Önemli olan bireydi. Bireysel duygulardı. Bireyin kurtuluşuydu.
Bu düşünceyle birlikte edebiyatta liberal bir akım başlatıldı ve bu tarz sanatçılar ve üretimleri gazetelerde parlatıldı, dergilerde tanıtıldı. Radyolar da ağırlandı. Ödül törenleri düzenlendi onlar için. Fakat baktılar ki bir damar var ve bu damarın öncüleri hala ışık olmaya devam ediyor bu sefer de onları başkalaştırmaya, içini boşaltmaya, dedikodu mekanizmalarıyla itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Örneğin bundandır ki Nazım Hikmet’ten Sosyalizmi kazıyıp aşklarını veri aldılar. Sabahattin Ali’nin köylü ve kasabalı insanların yaşadıklarını kaleme aldığı toplumcu öykülerini yok sayıp romantikliğini propaganda ettiler. Yada Aziz Nesin yapıtlarının bir komediden ibaret olduğunu söylediler. Bu süreç böyle sürüp gitti.
Günümüz sanatı ise bugün psikolojik bir saldırının tehdidi altındadır. Geçmişte bireyselliği öğütleyen sistem bugün bireysel tükenişi örgütlemektedir. Son dönemde bireysel tükeniş ve kişisel çaresizlik, buhranlar, yanılgılar, yenilgiler üzerine yazılan şiirler, romanlar, çekilen filmler, çıkartılan dergiler, sahnelenen oyunlar yeni sanat akımı olarak bize sunulmakta ve sanatın artık bu şekilde icra edilebileceği söylenmektedir. Umutsuzluğu ve çaresizliği veri alan, değiştirmeyi değil kabullenmeyi öneren bu üretimler diken gibi çoğalmakta ve okur yada izleyici tarafından da karşılık bulmaktadır.
Bugün birçok edebiyat dergisinde kimi aydınlarımızın fotoğrafları çarşaf çarşaf paylaşılıyor fakat dergide ki resmin altında var olan yazıya baktığımız da içeriğinin boş ve niteliksiz yazılardan ibaret olduğunu göre biliyoruz. Bu yazarları o konuma getiren, değerler, düşünceler, verdikleri mücadelelerden çok uzak bir dil, dergilerde yerini alıyor. Neredeyse birçoğu elele vermiş, ‘’İyi insanlardı, romantik insanlardı, insanlık adına güzel şeyler istediler ama başaramadılar, olmadı’’ dilinin çaresizlik propagandasına girişmişler.
Her edebiyat akımını okumaya her sanat üretimini mümkün oldukça takip etmeye çalışırım. Fakat ötekileştirildiği ve içi boşaltıldığı için toplumcu gerçekçi edebiyatı ve sanat üretimlerini önemser, önerir, sahiplenirim. Tükenmişliği, yenilmişliği değil, umudu ve cesareti konu alan üretim ve etkinliklere değer veririm. Çünkü edebiyat bireysel tükenişlerden değil, toplumsal mücadelelerden, buna önderlik eden insanlardan güç alır.
Bu vesileyle belirtmek isterim ki bireysel tükenişi, çaresizliği, yenilgiyi ve bunu kabullenişi veri alan tüm sanatsal üretimlere karşı, umudu, değiştire bileceğimize olan inancı, mücadeleyi, direnişi veri alan, şiirde mısraya, öyküde karaktere, filmde başrole değer vermeliyiz Çünkü güneş oradadır.