Son yıllarda en çok duyduğumuz tanımlama, “bir şeyin içini boşaltmak, anlamını değersizleştirmek” olduğunu düşünüyorum. Belki de yaşama dair düşüncelerimizin, amaçlarımızın, heyecan ve mutluluklarımızın bu denli önemsizleştirilmesinin temel sebebi budur...
“Sanat” ve “Sanatçı” kelimeleri ve taşıdığı anlam bunlardan sadece biri ama bana göre en önemlisi. Çünkü ister ilgi ve bilgi alanı olsun, ister olmasın sanat hayatımızı şekillendiren, değer biçen bir öğe. Sanat, yaratıcılığın ve hayal gücünün ifadesidir, yani bireysel ve toplumsal gelişmenin önemli bir giriş kapısı…
Sanat yapan kişiye sanatçı denir normal koşullarda. Ama sanat yapan herkes sanatçı mıdır? Çalışırken elimizin altında ki kâğıda çeşitli çizgiler çizerek şekiller oluşturan bizler ile zanaatına yıllarca emek vermiş birine aynı unvan mı verilir?
Ve bu arada, bizler neyi sanat olarak algılıyoruz? Sadece resim ve heykel mi, yoksa daha geniş bir alan mı bahsettiğimiz?
Daha geniş bakış açısı ile belki de inanılmaz becerileri ve yaratıcı problem çözme yetenekleri nedeniyle, sanatsal olmayan bir alanda dahi sanatçı olarak anılan birini hayal edin. Her insanın yaratıcı olma yeteneği ve potansiyeli vardır. Yaratıcılık bir şey yapmak için hayal gücünü kullanmak olarak bilinir. Bu da sanatı tanımlamanın oldukça doğru bir yolu olabilir.
Zihninizde oluşan yeni bir fikriniz var diyelim ve onu bir tabloya, mutfağınızda bir tarife, bir binaya veya rengârenk yünlerle bir örgü modeline dönüştürüyorsunuz. Yani yaratıcılık sürecine girdiniz. Kısaca sanat, beceri sürecidir.
“Sanat” yeniden yaratılan, oluşturulan bir şeydir, “sanatçı” yeniden ortaya koyan, oluşturan biri olmalıdır.
Ressam Paul Klee, “Sanatın işlevi görüneni yeniden üretmek değildir; sanat her şeyi görünür kılar” sözüyle durumu özetlemiştir aslında.
Sanatın doğasının ve onu yaratanların tespit edilmesinin bu kadar zor olmasının nedenlerinden biri, sanatın genellikle duygusal olarak yönlendirilmiş olmasıdır. Sadece “çok kızgınım bu yüzden bu tuvale kırmızı boya atacağım” meselesi değildir sanat. Bu, duyguların derin incelikli bir farkındalığıdır.
Bir sanatçının duygusal durumu hakkında ne kadar iyi farkındalığı olursa, yaratmak istediği şeyin ve nedenini o kadar iyi takip edebilecek ve ona doğru anlamları yükleyebilecektir.
Psikiyatr Carl Gustav Jung çok güzel tanımlamış bu ruh halini, "Kendi kalbine bakamayanın yaşamı her zaman bulanıktır; kendi yüreğine bakabilme cesareti gösterenler gönlünün arzularını keşfedenlerdir. Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur; içeriye bakan uyanır, kendini keşfeder.”
“Sanatçı” kelimesinin değerini bir kez daha hatırlamamız gerek.
Sanatçılar, kural olarak her şeye karşı merak duyarlar. Yüzeyin ötesine, daha derine araştırma ve bakma ihtiyacı içindedirler. Bütün insanlar elbette bir dereceye kadar meraklıdır. Ancak sanatçılar için merak uyandırmak, daha fazla soru sorma yeteneği anlamına gelir, tabiri caizse zihni canlı tutmak.
Siz bir bahçede bir ağaç görebilir ve o an güzelliğini takdir edebilirsiniz. Ama bir sanatçı, ağacın güzel olduğunu bilip bilmediğini veya üzerine konan kuşlar mı öyle düşündüğünü veya oraya konmasını söyleyen kuşun koku duyusu olup olmadığını merak etmeye başlayabilir ve kokuları görebilseydik ne yapardık? Sorusunu kendine sorabilir. Ne kadar çok soru sorarsak, merakımızı bu şekilde geliştiririz; herhangi bir sanatçı için bu hayati bir şeydir.
Sanat inancı içerir. Sanatçı, öncelikle kafasındaki şeyi yapabileceğine inanmalıdır. Zor olsa bile, bunun mümkün olduğuna inanması gerekir. Aksi takdirde, gerçek sanatçılar asla sayısız deneme yapmazlardı.
Diyelim, yeni bir fikrimiz var. Fikir üzerine inşa ettik ve bunun üzerine, daha ileriye gitmeye karar verdik. Bu süreçte zor kısım başlıyor. Bir fikri gerçekten var olan bir şeye dönüştürmek belki de en zor adımdır. Kendinize inanmakla başlar ve bu önemli adımdan sonra işe koyuluruz.
Tiyatro yönetmeni Laurence Olivier; "Eğer bir sanatçıysanız, bunu kanıtlamalısınız." Sözü ile sanatçılarla diğer kişiler arasındaki nazik çizgiyi çok net belirtmiş sanırım.
Bir sanatçı ağırlıklı olarak zanaatı üzerinde çalışır. İhtiyaç duyduğu yeteneği belirlerler ve pratik yapar. Ve başarısız olduğunda, kafasında ki fikri gerçek dünyaya taşıyacağı vakte kadar tekrar tekrar pratik yapar.
Bir sanatçı cesur olmalıdır. Çünkü dünyaya duygularında filizlenen, düşünce ve becerileri aracılığıyla ortaya çıkan yeni bir fikri göstermek ve sunmak çoğu zaman korkutucu, yıpratıcı olacaktır. Ruhen yaralanabilir.
Sadece bu değil, bir sanatçı büyüdükçe mevcut başarısızlıklarını kabul etmek zorunda kalacaktır. Bir kişi kendisini mükemmel olarak tanımlarsa nasıl gelişebilir? Eleştiriye açık olmak, yeni şeyler öğrenmek ve yapabileceklerini sürekli genişletmek demektir, bahsettiğim.
Rönesans döneminin önemli filozof, astronom, mimar, ressam, heykeltıraş, mühendis, jeolog, mucit, anatomist, müzisyen ve yazarı Leonardo da Vinci diyor ki: “Yalnızca tek bir şeyi iyi yapabilmek… kendini sadece belirli bir çalışma nesnesiyle sınırlamak, bir konuda ustalaşmak, bir sanatçı için büyük bir onur yansıtamaz. Maalesef bu böyledir, çünkü dehadan yoksun bir insan, kendisini ciddi bir şekilde sadece bir çalışma dalına adadığında ve onu uzun yıllar uyguladığında, başarısızlığa uğraması olağandır."
Sanatçı olmak tek bir araçla, etkinlikle veya beceriyle sınırlı değildir. Bir sanatçı hemen her konuya meşgul ve meraklı kalmalıdır. Dünyadan kopuk değil, dünya ile beslenir olmalıdır.
Kendisine ve dünyaya bakmalı, her ikisinin de farkındalığını korumalıdır. Yeni fikirleri takip etmeli, topluma yön veren düşüncelerini ifade etmekte çekinmemeli, saygınlığını korumalı ve yeni nesil için ilham kaynağı olmalıdır. Becerilerini durmaksızın geliştirmeli, sonra bunları yeni fikirlerini gerçekleştirmek amacında kullanmalıdır. İşleri için savaşmalı, mola vermeden üretmeye devam etmelidir…
İlk önceliği sanat yapmak olmalıdır…
Sözün özü, sanat dallarından biriyle uğraşan herhangi birine sanatçı derken hatırlayacağımız bazı önemli kriterler var diyorum…