Bugün hayatımın tümünü etkileyecek olan bir öykü anlatmaya çalışacağım. Bu öykünün özünde anneannem var. Bu öykü beni akıl hastanesine de götüren öyküdür. İnsanın geleceğe bakarak kalacağını biliyorum ama geçmişimizden de bağımsız yaşayamayız. Geçmişimiz bizi bir gölge gibi bizi takip eder geçmişi olmayanın geleceği de olmaz hayat ölüme kadar süren bir macera tabi içinde iyiler kötüler var. İnsan korkuları yüzünden öyle şeylere göz yumuyorlar ki, korku insana özgü ama korkakça korkutuyorlar. Saklansanız buluyorlar yine de insan iyilikleriyle anılıyor insanlar kendilerini en kolay başkalarında bulabilirler, bende kendimi anneannemde bulmuşumdur. Benim hayatımda anneannemin yeri çok özeldir. Onunla gül ile bülbül gibiyiz. Duygu, düşünce, heyecan olarak birbirimize çok benzeriz. Anneannem paranoyak olduğunu yıllar sonra anladım Don Kişot gibi bir kadındı. Don Kişot’ta paranoyaktı o Don Kişot kibirliliği, ukalalığı, iki yüzlülüğü, egoizmi yer yüzünden silmeye uğraştı. Anneannemden çok çektim onunla tanıştığım zaman on üç yaşındaydım ve ortaokulda okuyordum. İlginç bir kadındı. Gecenin bir vaktinde kalkar evin içinde dolaşır yatağımın başına gelir sende annen ve baban gibi bir şeytansın annen zaten deliydi sende delisin. Bu sözlerden çok korkar günlerce uyuyamazdım, ölecek gibi olurdum. Zayıf, çelimsiz. Uzun boylu oturduğu zaman kafasını bacaklarının arasına sokar öyle otururdu ve devamlı yere bakardı bazen dertlenir böyle yaşayacağıma öleyim daha iyi yaşadım da ne geçti elime kimse onun psikolojisinin bozuk olduğunu anlayamamıştı anlamamızın da olanağı yoktu. Anlayabilecek ne eğitimimiz ne de kültürümüz vardı. Devamlı homurdanır yüzünü ekşitirdi. Bu halini görenler onun cadı olduğuna inanırlardı, bizler onu ölene kadar cadı olarak bildik. Kültürümüzde buna müsaitti bizler cadılar, devler, kesik başlar hikayeleriyle büyüdük. Bir gün bir çocuğun bir kuşu öldürdüğünü görmüş çok üzülmüştü. Sık sık Allah'ın belası o kuşu nasıl öldürdü bu yüzden çocukları hiç sevmezdi hayatımda en çok görmek istediğim şey onun öldüğünü görmekti. Dostoyevski'nin babasının ölümünü istemesi gibi, göremedim tabi. O öldüğünde ben Zonguldak’taydım, duydum ve çok üzüldüm. Ağladım kendi kendime acaba son sözleri ne oldu?
Bakışları nasıldı? Yüzünde bozulma oldu mu?
Sandığını sordu mu?
Beni sordu mu?
Annemle arası nasıldı gibi şeyler düşündüm... Gebze'de dilencilik yapan bir kadın ona öyle çok benzer ki onu görünce hemen onu hatırlarım bu yüzden devamlı bu dilenciyi hususi gider izlerim. Bütün bunları ilk gittiğim psikiyatriye anlatmıştım. O da çok ilginç bulmuş seninle işimiz çok olacak demişti öylede oldu. Bu hikayeyi anlatmamdaki amaç ruhsal hastalıkların ırsi olarak bulaştığını söylemek içindir.