ORTAÇAĞIN KADINLARI

Dilek ALP


2012 yılında ABD Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı Eğitim Kültür İşleri Dairesinde, Kültürel Miras ve Kültürel Savunucu olarak Türk uzman pozisyonunda görevli çalışırken ilk kez duyduğum ve bana yakıştırılan bir lakap vardı: "Rönesans kadını". O dönem çok hoşuma gitmişti bu benzetme, biraz da gurur duymuştum. Kısaca araştırmıştım hatta. Rönesans dönemi boyunca ortaya çıkan yeni kadın idealini tanımlamak için kullanıldığını öğrendim. Rönesans 14. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar süren bir kültürel ve sanatsal yeniden doğuş dönemidir. Bu dönemde, klasik Antik Yunan ve Roma kültürüne olan ilgi yeniden canlandı, bilim, sanat ve düşünce alanlarında büyük gelişmeler yaşandı.

Rönesans kadını, genellikle entelektüel, sanatsal ve kültürel olarak gelişmiş bir kadın figürünü ifade ediyor. Bu kadın, klasik eğitim almış, edebiyat, sanat, müzik ve bilim gibi alanlarda bilgi sahibi, zarif, becerikli ve yetenekli bir kişilik olarak tanımlanıyor.

Diğer dönemlerde ne yaşandı ki bu dönemin kadını bu kadar ön plana çıktı diye düşündüğümde Avrupa tarihinde ki 1000 yıllık bir dönemi kapsayan 5. ve 15 yüzyıl arasında olduğu kabul edilen bir ortaçağ döneminde ki kadın profili dikkatimi çekti. Çok iç açıcı olmadığı kesin.

Ortaçağ'da kadınlara yönelik bakış açısı, dönem, yer ve sosyal sınıfa göre oldukça farklılık gösterse de, genel olarak kadınların toplumsal ve dini rolleri kısıtlıydı ve çoğunlukla ikinci planda kabul ediliyorlardı. Ortaçağ Avrupa'sında kadınların durumu, Hristiyanlığın, feodalizmin ve erkek egemen yapıların etkisiyle şekillenmişti.

Hristiyanlık, Ortaçağ Avrupa’sında kadınların toplumsal rollerini belirlemede büyük bir etkiye sahipti. Kadınlar, İncil’deki Havva figürü üzerinden günahın kaynağı olarak görülürken, Meryem Ana aracılığıyla da saf ve itaatkâr bir model olarak sunuluyordu. Bu iki zıt figür, kadınların hem günahkâr hem de idealize edilmiş rollerle tanımlanmasına neden oldu.

Kilise, kadınların evlilik içinde itaatkâr ve erdemli olmalarını öğütlüyordu. Kadınların ruhani hayatı seçip rahibe olmaları, kendilerini tamamen dine adama ve evlilikten kaçınma yolu olarak görülüyordu. Ancak, rahibeler bile kilise hiyerarşisinde erkeklerin kontrolü altındaydı.

Feodal toplumda kadınlar genellikle birer mülk olarak görülüyordu. Kız çocukları, babalarının mal varlığına dâhil edilir ve genellikle politik veya ekonomik ittifakları güçlendirmek için evlendirilirdi. Evlilik, kadınlar için hem bir sosyal statü hem de ekonomik güvence sağlayan bir kurumdu, ancak bu aynı zamanda onların bağımsızlığını sınırlayan bir yapıydı.

Kadınların mülkiyet hakları sınırlıydı. Bekar veya dul kadınlar belirli mülkiyet haklarına sahip olabilirdi, ancak evli kadınlar genellikle kocalarının mülkü üzerinde hak iddia edemezdi. Bu durum, kadınların ekonomik bağımsızlıklarını ciddi şekilde kısıtlıyordu.

Ortaçağ edebiyatı ve sanatı, kadınları genellikle idealize edilmiş, erdemli figürler veya tehlikeli baştan çıkarıcılar olarak tasvir ediyordu. Kadınlar, aşk şiirlerinde genellikle ulaşılmaz ve ilham verici figürler olarak yer alırken, diğer yandan cadı avı gibi olaylarla ilişkili olarak da şeytanla işbirliği yapan tehlikeli varlıklar olarak görülüyordu.

Köylü kadınlar, tarımda çalışarak evin ekonomik yükünü taşırken, zanaatkâr ve ticaretle uğraşan sınıflardan gelen kadınlar aile işlerinde yer alabiliyordu. Ancak, bu roller bile genellikle erkeklerin kontrolü altında ve onların izniyle gerçekleştiriliyordu.

Ortaçağ'da bazı şehirlerde kadınlar, zanaatkar loncalarında çalışabiliyordu. Ancak bu, erkeklerin üstün olduğu bir alanda sınırlıydı ve genellikle kadınlar daha az saygın işler yapıyordu.

Kadınlar, hukuki konularda erkeklerle eşit kabul edilmezdi. Erkekler, kadınlar üzerinde yasal yetki sahibiydi; bu durum hem aile içi hem de toplumsal ilişkilerde belirgindi. Kadınların tanıklıkları genellikle erkeklerin tanıklıklarından daha az değerli sayılırdı.

Ortaçağ'da kadınların durumu, erkek egemen normlar ve dinin etkisiyle oldukça sınırlayıcıydı. Ancak, bazı kadınlar bu kısıtlamalara rağmen toplumda önemli roller oynayabilmiş ve edebiyatta, sanatta veya kilisede öne çıkabilmişlerdi.

Bana ilginç gelen detaylardan biri de, Ortaçağ'da kadınlara çeşitli isimler ve lakaplar takılmış olduğu idi. Bu isimler genellikle kadının sosyal statüsünü, mesleğini, karakterini veya toplumdaki rolünü yansıtıyordu. Bunlardan bulabildiğim bazıları;

Matron: Yaşlı, saygıdeğer kadın veya anne figürü. Genellikle evli, olgun ve itibarlı kadınlar.

Maid/Maiden: Genç, bekâr kadın. Evlenmemiş genç kızlar.

Dame: Soylu kadın veya şövalye eşi. Fransız kökenli bu terim, özellikle soylu sınıftan gelen kadınlar için saygı ifadesi olarak kullanılırdı.

Crone: Yaşlı kadın, bazen de cadı anlamında olumsuz bir çağrışım taşırdı. Genellikle yaşlı ve çirkin kadınları tanımlamak için aşağılayıcı olarak kullanılmıştır.

Wench: Genç kadın veya kız. İlk başta nötr bir anlama sahipti, ancak zamanla daha alt sınıftan kadınları tanımlamak için aşağılayıcı bir şekilde kullanılmaya başlandı.

Lady: Asil kadın. Bu terim, yüksek sosyal statüye sahip, soylu ailelerden gelen kadınlar için kullanılırdı.

Damsel: Genç soylu kadın, genellikle kurtarılmayı bekleyen ya da savunmasız olarak tasvir edilen kadınlar için kullanılırdı.

Spinster: Evlenmemiş, orta yaşlı kadın. Ortaçağ'da kadınlar genellikle ip eğirme işiyle uğraştıkları için bu terim, evlenmemiş kadınlar için yaygın olarak kullanılmıştır.

Bawd: Kadın genelev sahibi veya hayat kadını. Aşağılayıcı bir terim olarak kullanılmıştır.

Vixen: Kurnaz, hileci kadın. Genellikle olumsuz bir anlam taşır ve kadının "şeytani" özelliklerini vurgulamak için kullanılırdı.

Shrew: Kavgacı, huysuz kadın. Bu terim, genellikle başkaldıran ya da itaatsiz kadınları tanımlamak için olumsuz bir şekilde kullanılmıştır.

Nun: Dini bir topluluğa katılmış, manastırda yaşayan kadın. "Rahibe" anlamına gelir ve dini yaşamı seçen kadınlar için kullanılırdı.

Bu isimler, dönemin kadınlara bakış açısını ve onların toplum içindeki rollerini yansıtıyor. Birçoğu kadınların sosyal statüsü, evlilik durumu veya davranışları ile ilgili ipuçları verirken, bazıları kadınları kontrol altında tutmak veya aşağılamak için kullanılmıştır.

Bu arada o dönemde yaşamış ve tarihin akışına yön vermiş kadınlar da var tabii… Hem siyasette hem de kültürel ve dini alanlarda önemli etkiler yaratmış, kendi dönemlerinin ötesine geçen figürler olarak kabul ediliyor.

Eleanor of Aquitaine (1122-1204)
Eleanor, hem Fransa hem de İngiltere Kraliçesi olarak hüküm sürmüş, Ortaçağ'ın en güçlü kadınlarından biridir. İki büyük Avrupa devletini yönlendirme yeteneği ve kültürel yaşamda yaptığı katkılarla Ortaçağ Avrupası'nın siyasi dengelerini etkilemiştir. Saray aşkı (courtly love) kavramının gelişiminde önemli rol oynamıştır.

Joan of Arc (1412-1431)
Fransız ordusunu İngilizlere karşı motive eden, Fransız direnişinin sembolü haline gelen genç bir köylü kızdır. Fransızları Yüz Yıl Savaşları'nda zaferlere götürmüş ve Fransa'nın bağımsızlık mücadelesinde önemli bir figür olmuştur. Ölümünden sonra aziz ilan edilmiş ve Fransız ulusal kimliğinin temel taşlarından biri olmuştur.

Catherine of Siena (1347-1380)
İtalyan bir mistik, filozof ve Dominikan tarikatına bağlı bir azizedir. Papa XI. Gregory'nin Avignon'dan Roma'ya dönmesi için yaptığı etkili çağrılarla tanınır. Hristiyanlık tarihinde önemli bir azize olarak kabul edilir ve 1461 yılında aziz ilan edilmiştir. Ayrıca, Katolik Kilisesi tarafından Kilise Doktoru unvanına layık görülmüştür.

Isabella of Castile (1451-1504)
Kastilya Kraliçesi ve İspanya Kraliçesi olarak, eşi Ferdinand ile birlikte İspanya'yı birleştiren önemli bir liderdir. İspanya'nın birleşmesinde ve Reconquista'nın tamamlanmasında kritik bir rol oynamıştır. Kristof Kolomb'un Amerika'ya yaptığı keşif seferini finanse ederek, İspanya'nın yenidünya keşiflerinde başı çekmesine vesile olmuştur.

Theodora (500-548)
Bizans İmparatoru I. Justinianus'un eşi olan İmparatoriçe Theodora, güçlü bir lider ve reformcudur. Sosyal reformlar yaparak kadın haklarını geliştirmiş, İstanbul'daki (o zamanki Konstantinopolis) Ayasofya'nın yeniden inşasında önemli rol oynamıştır. Bizans İmparatorluğu'nun politikalarında ve hukuk sisteminde büyük etkisi olmuştur.

Empress Matilda (1102-1167)
İngiltere'nin ilk kadın hükümdarı olarak tahta hak iddia eden güçlü bir asilzade ve İngiltere Kralı I. Henry'nin kızıdır. İngiltere tahtı üzerindeki mücadelesi, 12. yüzyıl İngiltere'sinde önemli bir iç savaş olan Anarşi'yi başlatmıştır. Oğlu II. Henry'nin İngiltere Kralı olmasıyla, Angevin İmparatorluğu'nun temellerini atmıştır.

Blanche of Castile (1188-1252)
Fransa Kraliçesi ve Kral IX. Louis'in annesi. Blanche, oğlunun küçüklüğünde Fransa'yı fiilen yönetmiş, özellikle Haçlı Seferleri döneminde güçlü bir hükümdar olarak tarih sahnesine çıkmıştır.

Bu kadınlar, Ortaçağ'ın zorlu şartlarına rağmen liderlikleri, siyasi etkileri ve kültürel katkılarıyla tarihe damga vurmuşlardır. Bugün, tarihteki güçlü kadın figürlerinin hatırlanması, sadece kadınların değil, tüm insanlığın başarılarının ve potansiyelinin bir göstergesidir. Geçmişten alınan dersler ışığında, kadınların toplum içindeki yerinin ve öneminin daha da pekişmesi, cinsiyet eşitliğine dayalı bir geleceğin temelini oluşturacaktır. Kadının tarihi, aslında insanlığın tarihidir ve bu tarihin her dönemi, kadınların topluma kattığı zenginliklerle anlam kazanır.