Geceden uykusuz kalmış gözleriyle çocuklar yan yana duruyor; sırtlarında çantası, ellerinde bayraklarıyla... Çocuklar yan yana duruyor; dillerinde şarkıları, omzunda dost selamıyla… Halaya duruyorlar hep birlikte Ankara’da. Halaya duruyorlar kanlı 1 Mayıs için yazılan ‘’Bu meydan kanlı meydan’’ şarkısıyla. Trafik ışıkları bile kırmızıya dönüyor. Dursun diyor, dursun bu akan kan, bu kin ve nefret.
Derken Halay çeken çocukların arkasından bir alev gökyüzüne fışkırıyor. Bir volkan gibi patlıyor yeryüzü. Kulaktaki çınlama susturuyor tüm şarkıları. Kuşların cıvıldayışı bitiyor. ‘’Simitlerim sıcak’’ diye bağıran çocuğun sesi, arkadaşlarını kucaklayan işçinin neşesi, barış sloganları atan kadının nefesi duyulmuyor. Gülümseyen güneşin ışınları siliniyor, parçalanmış insan bedenleri yağıyor havadan. Kaçışıyor barış, sığınacak bir yer arıyor kendine.
1999 depreminde ‘’Sesimi duyan var mı?’’ diye haykırıyordu insanlık, Ekim’in 2015’inde ‘’Canlı var mı, canlı’’? diye bağırıyor. Üzerinde “Barış” yazan pankartlar örtülüyor barış için ölen yaşam savunucularının üzerine. Mezar taşları misali… Her birinin ismi barış oluyor. İnsanlar geziniyor cesetlerin arasında. Aralarında tanıdık arkadaşlarını arıyor gözler. Parçalanmış cesetlerde bir dost yüzü. Sonra bir anne çığlığıyla yırtılıyor gökyüzü. ‘’Bulamıyorum onları, evlatlarım nerede? ‘’ Evlatları Suruç’ta, evlatları Diyarbakır’da, evlatları Reyhanlı’da, evlatları Gezi’de, evlatları Haziran Direnişi’nde, evlatları Ankara’da ölüyor anaların. Yine Ankara da, öldürülmesini kabullenemezken biz on yedisinde Erdalların, dokuz yaşında bir çocuğun canına kıymak zoruna gitmiyor cellâtların…
Türkiye siyasi tarihinde iç çekerek okuduğumuz katliamların çok daha büyükleri yaşanıyordu bugün ülkemizde. Sadece isimler ve sayılar değişiyor; katledenlerle katledilenler hep aynı kalıyordu. ‘’Adalet için hizmet, Halk için emniyet’’ sağladığını iddia eden polisler ise o gün sağ kalanların üzerine TOMA’yla su sıkıyor, gaz atıyor, havaya ateş açıyordu. Ve “istifa edecek misininiz?” sorusuna karşılık atanmış İçişleri Bakanı Selami Altınok ‘’Hiç bir güvenlik zafiyetinin bulunmadığını’’ söylerken bir diğer atanmış Adalet Bakanı Kenan İpek ise gülüyordu.
Ve iktidar, yerde yatanların teni soğumamışken ve bedenleri sokaktan kaldırılmamışken daha ‘’Ölenlere rahmet ailelerine başsağlığı’’ diliyordu. Kimin rahmeti? Neyin sağlığı? Üzgünlük hissi bu kadar samimiyetsiz, tepki bu kadar ucuz verilebiliyordu. Ve kimileri katliama karşı yapılan eylemlere dahi katılmayıp; masa üstünde, telefon galerisinde, USB belleğinde hazırda tuttuğu siyah fotoğrafları paylaşıp, karartılan profil resimleriyle vicdanlarını rahatlatıyordu.
Şimdi, Ankara da ki Barış Mitingine herhangi bir sebepten ötürü katılmayıp basından haberleri takip eden insanlar, eyleme giden arkadaşlarının yanında olamadığı ve ölen arkadaşlarının yerine ölemediği için üzülüyor. ’İyi misin?’’ diye soranlara mahcupça cevap veriyor; ‘’Ne yazık ki.’’ Artık yaşanan her katliamdan sonra yaşıyor olmaktan utanıyor, bir özrü ve bir ömrü gidenlere borçlu hissediyoruz. Lütfen bizi affedin. Eğer hesabını katillerden soramazsak, siz hesabını bizden sormaya, rüyalarımıza gelin.