“Kendinizi yönetirken kafanızı, başkalarını yönetirken kalbinizi kullanın” der Bussy. Bugün eğitim sistemimiz yönetilirken ne kendimizi yönetir gibi yönetiyoruz ne de kalbimizi kullanarak başkalarını yönetir gibi yönetiyoruz.
Yönetici atama konusu Milli Eğitim Bakanlığında hep en çok tartışılan konulardan birisi olmuştur. Siyasi iktidarlar, eğitim yöneticiliklerini siyasi kadrolaşmalarının bir parçası olarak görmüşler ve buna uygun düzenleme ve uygulamalar yapmışlardır.
23/09/1998 tarihinde yayımlanan “Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Atama ve Yer Değiştirmelerine İlişkin Yönetmelik” ile ilk kez siyasi iktidarların etkisi azaltılma/yok edilme yoluna gidilmiştir. Bu yönetmelik gereği yönetici olarak atanacak kişilerin merkezi olarak yapılacak olan seçme sınavına girmeleri, 70 barajını aşan kişilerin en 120 saatlik hizmet içi eğitime alınmaları, eğitim sonrasında yapılacak olan sınavda alınan puana göre A, B, C olarak gruplandırılmış olan okullara atanmaları gerekiyordu. 2004 yılına kadar uygulanan bu yönetmelik adam kayırmaya son vermiş, genel anlamda iyi eğitim yöneticilerinin seçilmesine olanak sağlamıştı. “Sınavlarla seçilen yöneticilerin tamamı iyi yönetici değildir” diyenlere verilecek en güzel cevap; “evet haklısınız, ancak şu ana kadar ülkemizde uygulanan en adil yöntem bu olmuştur.
Bu uygulama ile birlikte 2004 yılına kadar yönetici atamaları ile ilgili söylenti ve şaibeler son bulmuştur. 2002 yılında iktidarın değişmesinden sonra yandaş sendika olduğunu eylemleri ile de ortaya koymaktan çekinmeyenler okul yönetimlerinde kendilerinin bulunması gerektiğini dillendirmeye başlamışlardır. Bu çerçevede 11/01/2004 tarihinde yönetici atama yönetmeliği çıkarılmış, bu yönetmelikle müdür atamaları mülakat ile yapılmaya başlanmıştır. Mülakatın ülkemizdeki karşılığını tartışmak abesle iştigal olur. Bu yönetmelikten sonra da hiçbir kıstasın aranmadan müdür atamasını sağlayan yönetmelik de dahil olmak üzere farklı düzenlemelere gidilmiş, bunlara karşı açılan idari davlarda yürütmeyi durdurma ve iptal kararları verilmiştir. Oluşan boşluk da yandaş sendika üyelerine verilen geçici görevlendirmeler ile doldurulmuştur.
Sendikalar ve eğitimciler tarafından oluşturulan baskılar sonucu 13/08/2009 tarihinde çıkarılan yönetmelikle belirlenen özel ve genel şartları taşıyan her öğretmenin sınav sonucuna bağlı olarak müdür, müdür yardımcısı olmasının önü açılmıştır. Bu yönetmelik katılımcı demokrasinin örneklerinden biri sergilenerek sendikaların görüşleri doğrultusunda oluşturulmuştur. Bu yönetmelik doğrultusunda yapılan iş ve işlemlerden dolayı eğitim camiasından ciddi bir tepki görülmemiştir.
Ancak bu durum iktidarın gücünü arkasına alan yandaş sendikayı rahatsız etmeye başlamıştır. Nitelikli eğitim yöneticilerinin kendi bünyesinde yer almamasından rahatsız olan yandaş sendika yönetimi diğer sendika üyesi yöneticilerini kendi sendikasına üye yapma, üye yapamadıklarını da sindirme yoluna gitmiştir. Milli Eğitim Bakanlığının yapmış olduğu yönetmelik değişikliği ile de önlerinde hiçbir engel kalmamıştır.
Bu bağlamda eğitim yönetimimizde 14 Mart 2014 tarihi bir milat niteliğindedir. Çünkü bu tarihte “Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmelerine İlişkin Yönetmelik” yayınlanmış ve Cumhuriyet tarihi boyunca görülmemiş bir kıyıma gidilmiştir.
Bu yönetmelik değişikliğinden önce Milli Eğitim Müdürlüklerinde görevli milli eğitim müdürü, şube müdürü ve müdür yardımcılarının bir kısmı zorunlu yer değiştirme, idari tasarruf (sürgün) ile yerlerinden edilmiş ve bunların bir kısmı emekli olmak zorunda bırakılmıştır. Bunlardan oluşan boşluk da yapılan yazılı sınavdan başarılı olanlar arasından MÜLAKATta başarılı(!) olanlar arasından atamalar yapılmıştır (Atanan 1709 şube müdürünün ataması idare mahkemeleri ve Danıştay tarafından iptal edildiği halde halen görevlerine devam etmektedirler. Bu konunun detayları konumuz dışındadır). Bunların çok büyük bir kısmı yandaş sendika Eğitim Bir Sen üyesidir.
Bu yapılacak olan kıyımın ilk ayak sesleri idi. Çünkü okul müdürleri bunlar eli ile görevlerinden alınacaktı. Onlar da kendilerine bahşedilenlere karşı kelle avcılığı yapacaklardı.
Cumhuriyet tarihi boyunca görülmemiş kıyım, atamaları hukuken iptal edilmiş kişilere yaptırıldı. Çıkarılan yönetmelik gereği 100 üzerinden yapılan değerlendirmede 75 ve üzeri alanlar başarılı(!) sayılacaktı. Bu puanında 60’ını Milli Eğitimdeki yöneticiler (müdür, şube müdürleri), 40’ını da okul paydaşları (öğretmen, öğrenci, okul aile birliği yöneticileri) verecekti. Kısacası Milli Eğitimdekilerin dediği olacaktı.
Yapılan değerlendirmeler süreci takip edenleri yanıltmadı, yandaş sendika üyelerinin çok büyük bir kısmı kaldı, devrimci, demokrat yöneticilerin nerede ise tamamı görevden alındı. Türkiye genelinde 8.000 (sekiz bin) civarında müdür bu şekilde görevden alındı. Bunların yerine ahlak(!), etik(!), adalet anlayışlarına uygun olarak mülakat ile müdür ataması yaptılar.
Tabi ki yönetmelik bu hali ile yayınlanınca başta Eğitim Sen olmak üzere yandaş sendika haricindeki sendikalar yargı yoluna giderek yönetmeliğin bazı maddelerinin yürütmesinin durdurulması ve sonrasında da iptali istemi ile davalar açtılar. Danıştay’da açılan bu davalardan birinde; özellikle hukuksuz bir şekilde görevde tutulan 1709 şube müdürü başta olmak üzere, değerlendirilmesi yapılan eğitim yöneticisi ile 6 (altı) aydan az süre ile çalışanların yaptığı değerlendirmelerin iptal edilmesi gerektiği kararı verildi.
Çok az hukuk bilgisi olanların bile bildiği idari yargı kararlarının uygulanması zorunluluğu artık rafa kaldırılmıştı. Verilmiş olan bu karar yönetmelik maddesi iptali olduğu için hiçbir işleme gerek kalmadan bundan etkilenen herkes için uygulanması gerekiyordu. Milli Eğitim Bakanlığı yayınladığı bir görüş yazısı ile öncelikle görevden alınmış olanlardan idari yargıya gitmiş olanlardan davayı kazanan ve mahkeme kararında Danıştay’ın vermiş olduğu karara atıfta bulunan kişiler için yeniden değerlendirmeye gidilmesi gerektiğini belirtiyordu. Oysa bu hukuk devleti ilkesini yok saymak anlamına geliyordu.
M.E.B. bu şekilde az bir müdür değişikliği ile bu işin üstesinden gelebileceğini varsayıyordu. Oysa görevden alınan müdürlerin büyük bir kısmı peş peşe davalar açmıştı. Her gün yeni kararlar çıkıyordu MEB’in hukuksuzluğunu ortaya koyan. Bu seferde MEB kararları şimdi uygulamayın bizi bekleyin dedi illere.
Bu sefer de 06/10/2015 tarihinde yeni bir yönetmelik yayımlandı. Bu değişiklikle hedeflenenin de yargıyı etkisiz hale getirmek olduğu kısa süre içerisinde ortaya çıktı. M.E.B. hukuk müşavirliği bir görüş yazısı ile “yönetmelik değiştiğinden eski yönetmelik ile ilgili verilen yargı kararlarının yeni yönetmeliğe göre uygulanması gerektiği”ni bildirdi. Buna göre de mahkemeyi kazananları “mülakat”a(!) çağırmaya başladılar. Bu şekilde çağrılanların büyük bir kısmı mülakata katılmayarak itirazda bulundu. Çünkü bir idari düzenleme ile daha önce verilmiş olan bir hakkı yok sayma yoluna gitmişlerdi. Bu da hukukun egemen olduğu bir yerde söz konusu dahi edilemeyecek bir durumdu. Ancak bazıları hukukun gereğini değil de direktiflere göre hareket edince…
Neticede görevlerinden alınan arkadaşlarımız şu ana kadar açtıkları davalarda haklı olduklarını ortaya koydular. Şu ana kadar yürütmeyi durdurma, yürütmeyi durdurmaya itiraza ret, karar, karara itiraza ret olmak üzere Kocaeli İdare Mahkemeleri ve Sakarya Bölge İdare Mahkemesinde lehlerine verilmiş olan 7 (yedi) mahkeme kararı olan arkadaşlarımız var. Ve bu mahkeme kararlarının gereği esasa uygun olarak yerine getirilmiyor.
Ve bizim yıllardır söylediğimiz sloganımız, “Biz evlatlarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız. Ya siz?”. Bizim arkadaşlarımız zaten duruşları ile ortaya koydukları onurlarını aldıkları her mahkeme kararı ile perçinlemektedirler. Ya bu kararları karşı olmayan vicdanları ile mahsuplaşamayanlar ne bırakacaklar çocuklarına. O inandıklarını söyledikleri Allah’ın huzuruna kul hakkı ile çıkmanın hesabını nasıl verecekler?