İşsizdik, açlığımızın altında kaldık, ezildik. İşçiydik, karnımız doysun diye madene inmeye ve patronları zengin etmek için gerekirse ölmeye razı edildik. Çünkü başı önde, uygun adım yürüyordu çaresizlik. Sonunu bile bile, aklımızı kemire kemire yürüyordu.
Üzerimize geliyordu hep yoksulluk ve yoksunluk… Gövdemizi eze eze kendine yer açıyordu. Düşünüyordu işçi, elde kazma, evde çocuk. Düşünüyordu, elde kürek, evde eş, anne ve baba… Akılda ay sonu, akılda fatura. Karında açlık, akılda pazar parası, akılda kira…
Çorbanın suyunu bol katıyordu eş. Her şeyin en ucuzunu alıyordu. Elinde, parçalanmış bir defter, yüzüne yakışmayan utangaçlığıyla borç yazdırıyordu kasabanın bakkalına. İstemiyordu ailesinin mutluluğundan öte bir şey. Yaması boldu ve soğanı, patatesi biraz da. Azıcık unla yetinmeye çalışıyordu. Ama gözü doluyordu da belli etmiyordu, eşini her sabah madene uğurladığında. Ölüm pusudaydı, telaşla bakıyordu kocasının ardına…
Ne vakit boş geçen derslerinde öğretmenleri, “serbest resim çalışması yapın” dese, o, babasını madende çizip sevgisini gösteriyordu. Eli yüzü pırıl pırıl bir baba, giyindiği tertemiz elbiseleriyle iniyordu madene… Madenin önünden dereler akıyor, kuşlar uçuşuyor, güneş parıl parıl parlıyordu. Derenin ağzındaki bahçeli evde annesi, kardeşiyle, babaanne ve dedesiyle babasının gelmesini bekliyordu. Çünkü sıra arkadaşının babasının, neden veli toplantılarına gelmediğini öğrendiği günden beri aklına kazılmıştı, “ya benim babamın da başına gelirse” düşüncesi.
Yemeğini yemek için hazırlanıyordu işçi. İnce bir ses duydu. İşçiler, öğle yemeklerini, yerin altında değil, üstünde yemek istiyorlardı. Duyduğu ses yaklaştı. “İnip çıkmanızla uğraşamam” deyip, izin vermiyordu patron. Bu ses neyin sesiydi yahu, bir acayip. “Öğle yemeğini madende yemek istemeyen varsa defolup gitsin!” demişti en son, patron. Dışarıda bir sürü işsiz varmış. “Bu, su sesi” dedi, arkadaşlarından biri, “akarsu gibi su sesi.” “Madende suyun ne işi olur be!” dedi yanındaki. Gülüştüler. Ses yaklaştı, ses yoğunlaştı, ses çoğaldı. Ses gürül gürül gürledi. Önünde ne varsa kattı sürükledi. Aydınlık kısıldı, azaldı, bitti. Sonra, televizyonlardan izledik haberini.
İşçi düşmanı patronun ihmalleri sonrası, Ermenek’te bulunan kömür madeninde, 28 Ekim 2014 tarihinde büyük bir felaket yaşandı. Eski, kullanılmayan kömür ocağında biriken ve tahliye edilmeyen su, çalışma yapılan ocağı basmıştı. İşçilerin, öğle yemeklerini madende değil, madenin dışında yemek istemeleri, fabrika yöneticileri tarafından kabul edilmemiş; baskın, işçilerin yemeklerini yediği sırada meydana gelmişti. Madende “yaşam odası” yoktu. O gün gerçekleşen su baskınında 18 işçi hayatını kaybetti. Ölen madencilerin babalarından biri, yeryüzünü ıslatırcasına ağladı. “Gitti mi şimdi bizim oğlan?” deyip, yürekleri dağladı. Anne fakir, anne acılı... Anne, yüzündeki yorgunluk çizgileriyle bastı feryadı: “Oğlum yüzme de bilmezdi, suyun içinde ne yaptı?”