Saygısızlıktan mı sevgisizlik doğuyor? Yoksa sevgisizlikten mi kaynaklı bu saygısızlık? bilmiyorum. Bildiğim şey her ikisinin de nefrete, kulakları sağır edercesine kapı araladığı. Bir çocuğun top peşine koştuğu gibi koşar adım nefret tohumu ekiliyor insan aklının bahçesine. İnsanın beyninde nefret, kök salıyor. Boy veriyor, yeşeriyor sonra. Duygudaşlıktan uzak yeşeriyor. Kalbi acımaktan bile bir çare yeşeriyor. ‘’Oh olsunlar, beter olsunlar’’ eşliğinde… ‘’Yok olsunlar, gebersinler,’’ homurdanışı peşine yeşeriyor.
İnsanın aklından bir pire misali zıplayıp bir başka insanın aklına geçiyor. Zehirliyor yapıştığı yeri. Onun da bedenini kaplıyor. İki kişi oluyor nefret. Sonra yüz, sonra bin, sonra milyonlar… Bir salgın hastalık gibi toplumsallaşıyor. İnsan ayaklarıyla toprağa akıtıyor zehrini, yediğimiz bala, içtiğimiz suya karışıyor. Ülkenin resmi dili de nefret oluyor. Nefret bayrağı dalgalanıyor gökyüzünde kanlı, yırtık. Nesilden, nesille aktarılıyor bu miras. Yeni çıkan kimliklerin baba adı; nüfusa kayıtlı yeri, yenileme sebebi karşısında ‘’Nefret’’ yazıyor.
Nefret dili insanları, gazeteleri, haberleri… Nefret dili okulları, parkları, bahçeleri, iş yerlerini… Nefret dili insan adımının atıldığı, düşüncesinin girdiği ve dilinin kullanıldığı her yeri kuşattı. Nefrete karşı sevginin savaşı daha fazla direnemedi. İyiliğin gardı düştü, güzellik zindan edildi. Saygı susturuldu. Ve zafer ganimeti olarak yağmalandı; hayata dair ne varsa rengârenk olan. Daha büyük barikatlar kurup daha derin cepheler kazısak da şimdi her şey gri ve siyah.
***
Bizlerse çoğalan nefret sarmalına dolanmamak için artık dikkatli sevmeye, dikkatli dost edinmeye, insanlara ancak uzun paylaşımlar sonunda güvenmeye ve’ ’Arkadaş’’ demeye başladık. Nefret ağına bir sinek gibi yapışmış insanların üzerini çizmeye, onları kendimizden ve sevdiklerimizden uzaklaştırmaya çalıştık. O kadar çok insan zehirlenmişti ki çevremizde, üzerini çizdikçe yalnızlaştık.
Önce kalabalık şehirlerden çektik elimizi, kolumuzu, sonra karışık arkadaş sohbetlerinden. Çember daraldı. Mahallede ki komşularımızdan da eksilttik. Ayakkabılarımızı içeriye alıp kapıyı altlı üstlü üç kere kilitledik. Aklımızı kaçırtan televizyonun fişini de çekip atınca baş başa kaldık kendimizle. Merhaba.
Hepimiz gördük, zor geçen o kış günlerinde kedi evi yapan, sokak hayvanlarına yuva kuran, besleyen insanların dayak yediğini, saldırıldığını ve öldürüldüğünü. İnsanın aklı almıyor. Biz ne ara bu kadar vicdansız olduk?
Şimdi küçük salonlarda buluşup, insanın az olduğu yerlerde sadece sevdiklerimizle yan yana gelip, gerek duymadıkça dışarı çıkmasak da, sonu mutlu biten filmler izleyip, romanlar okuyup, temiz kalmak adına kendimizi edebiyata, sanata, doğaya, hayvana, bitkiye, böceğe adasak da, nefret kapımızı kırıp bizi de yutmadan mücadeleye inat ve ısrarla devam etmeli, yaşam alanlarımızı savunmalı, hayatı dönüştürmeliyiz.