Başlarken, taleplerini dillendirmek adına 3 temel maddeyi öne sürdü metal ve
otomotiv işçisi. Bu maddelerle, seçim yoğunluğu olmasına rağmen gündemi belirledi.
İşçilerin talepleri, ülke genelinde konuşulan konuların zirvesine oturdu.
Bu başarıda, yıllardır süren suskunluklarının patlama noktasına gelmesinin payı
elbette büyüktü.
İşçi sınıfı, ekonomik, demokratik ve sosyolojik haklarının budandığı dönemlerde, ya
örgütsüzlüğünden ya da mevcut örgütlülüğünün gücüne güvenemeyişinden pek
sesini çıkarmadı. Çıkan lokal sesler de cılız kaldı.
Ama, öyle bir noktaya gelindi ki, hem iş hem de aş ellerinden rahatlıkla alınabilir oldu,
onlar da bunun farkına varınca daha fazla sessiz kalamadı. Sessizliği öylesine
yırttılar ki, yıllarca bastırılan direnç duygularını bir sele dönüştü ve önünde kimse
durmaya cesaret edemedi.
Ne olmuştu da bunlar yaşanmaya başlandı ?
Ne olacaktı ki, bir lokma ekmek ve bir hırka deyiminin geçerli olduğu feodal kültürün
iş dünyasında hakim kılınmak istenmesiyle başlayan çalışma hayatında, varlığını
sürdürmesi için gereken olanaklar bir bir elinden alınmıştı.
İşte, bu yüzden de tepki göstermenin zamanı çoktan gelmişti…
Ne oluyor sorusunu yanıtlarken dikkat etmek lazım. Çünkü, olan şey çok açık. İşçiler,
‘’düzen değişsin’’ diye ayağa kalkmadı. Mevcut düzendeki şikayetleri, daha bir
insanca yaşayacak ekonomik ve sosyal koşullar elde etmek. Tabi bir de iş
güvencesini yakalamak.
Bu ölçekteki karşı çıkışla, aslında kendi geleceğini yeniden örgütlüyor. Belki de
bunları yapmak görevi olan sendikal yapılara da, ‘’unuttuğunuz görevlerinizi yapmak
için fabrika ayarlarına dönün’’ mesajını vermenin başka yolu olmadığını düşünüyor.
Bu düşünce, daha çok örgütlenebilir zemin buldu, buluyor.
Peki, ne olacak ?
Türkiye’de 15-16 Haziran ve 1991 Bahar eylemleri sonrası en büyük işçi kalkışması
olan bu hareketlilik görece kazanımlarla sona erecek, bu çok açık görülüyor. Ama,
asıl önemlisi, sonra ne olacağıdır.
Yasalarda, sınıfın kazanımlarını koruyacak düzenlemeler yok…
Yasalara rağmen, sınıfın direncini bugünkü gibi örgütlü ve diri tutacak sendikal
yapılar yok.
Daha da önemlisi, kazanımlarını koruyup geliştirecek bir sınıf bilinci oluşmamış.
Hal böyle olunca, işini, aşını kurtarmaya çalışan, kendisi, ailesi ve toplumunun
geleceğine pozitif etki koymaya çalışan işçi sınıfı, belirli bir sürenin ardından
yalnızlaştırıldığı hissine kapılıp, yeniden iş alanlarında mücadeleye dönüp, sınıfsal ve
toplumsal kazanımlar konusundaki açılımlarını zorunlu olarak terk edecek.
Bu durum, satrançta üstün hamleler yaptıktan sonra, stratejisiz gelişmeleri kazanım
zannedip mat olmaya benzer.
Eğer, mücadelede piyonlar, atlar, filler, kaleler yeterince kazanım sağlayamıyorsa,
vurucu darbeyi yapabilen vezir ve şah hamlelerini iyi kurgulamak gerekiyor.
Yoksa, mücadele görüntülerini hep yeni baştan oluşturmak ve izlemek zorunda
kalırız.