Çok kötü bir dünyada yaşıyoruz…
Salgın hastalıklar, yoksulluklar, adaletsizlik insanlığı yakıp yıkıyor. Yüz aşır önce de böyleydi, önüne geçilemese böyle devam edip gidecektir. Bu bataklığı kurutacak yeryüzünden silecek olan üretenler, aydınlar, bilim insanlarıdır. Yine de en büyük görev iççilere köylülere düşüyor.
Bu yüzden en çok okuması, yazması, araştırması gerekenler işçiler ve köylülerdir. İşçi ve köylülerimizin ne yazık ki büyükçe bir kısmı eşitliğe inanmıyorlar. Yani bir millet vekiliyle bir işçinin eşit ücret alıp eşit şartlarda yaşayacaklarına inanmıyorlar.
Böyle şey olur mu? Diyorlar, böyle şeylerin eşitliği bozacağına inanıyorlar. Elbette ki bu tutarsızlığın sebebi eğitimsizlik ve emperyalizmin dayatmasıdır. Gençliğimde ben de böyle düşünürdüm. Gerçek bilgiye ulaşmak için okumak araştırmak bilimsel yayınlar okumak gerekir. Bugün bu korana günlerinde bu konudaki bilgisizliğimiz ortadadır. Bilim insanlarının söylediklerin tam tersini yapıyoruz çoğumuz.
Şimdi bu konuya ilişkin iki örnek vermek istiyorum. Bu örnekleri aydınlarımızın değerlerini anlamamız için veriyorum.
Yıl 1823 İspanya’da ünlü bir devrimci idam ediliyor. Bu haberi duyan Rus çarının yanında çalışan bir hizmetkar çarın karşısına çıkıyor, eteklerini öpüyor, efendim size çok sevineceğiniz bir haber vermek istiyorum. Çar neymiş o haber diyor, adam büyük bir onurlulukla İspanya’da bir devrimci idam edilmiş, tabi çar çok sevinir, önüne bir kese altın atar. İşin en rezil olan tarafı bu adamın bir içi olmasıdır. 1700 yıllarında Paris’te bir üniversite de eşitliğin kökeni nedir, bir yarışma yapılır ve bu yarışmayı bir papaz kazanır. Eşitliği bozan şeyin özel mülkiyet olduğunu söylemiştir ve sonra o papaz sürgün edilir.
Yine 1770 yıllarında Napolyon dünyanın en ünlü yazarı Rousseau’nun mezarını ziyaret eder. Yanındakilere keşke bu adam hiç doğmasaydı ve yaşamasaydı, Fransa çok daha huzurlu olurdu. Yanındakilerden birisi sizin Rousseau’dan rahatsız olacağınızı hiç düşünmezdim. Bunun üzerine Napolyon gülerek ah keşke ne Rousseau olsaydı ne de ben; dünya çok daha rahat olur, insanlık barış içinde yaşardı. Şimdi hayat karşısında teslimiyet gösteren bir iki örnek vereceğim.
Sevgili babam zora düştüğü zamanlarda -zaten hep zorluklarla geçti yaşamı- böyle zamanlarda hep keşke anam beni hiç doğurmasaydı diye isyan ederdi. Köylülerin çoğu da böyleydi. Bunun sebebi bir eğitimsizlikleriydi. Başlarına gelen yoksulluğun, hastalıkların, adaletsizliklerin, sebebini analarında arardılar. Bu oyunu onlara oynayan kapitalist sistem ama onların bu gerçeği bilecek bilgileri yoktu.
Ben anneme beni doğurduğu için minnettarım. Her şeye rağmen hayat yaşamaya değer. Ben yoksulluğumun, cahilliğimin sebebini biliyorum ve buna karşı da mücadelemi veriyorum. Bu yüzden de özgür bir insanım çünkü yaşamı var eden benim gibi insanlardır, ben yönetenleri asla suçlamam, onlar görevlerini yapıyorlar. Sorun biz emekçilerde, biz görevlerimizi yapmıyoruz.
İşte bizler görevlerimizi yaptığımız zaman dünyada huzur ve mutluluk olacaktır.