Psikolojik tedavi gördüğüm o günlerde ben ne gördüysem zaten ne öğrendiysem o günlerde öğrendim. Devamlı matematikle ilgili kitaplar okuyan birisi vardı. Bu tür insanlar hemen görünür hemen de merak konusu olurlar. Doktorlarla satranç oynar, istisnasız her defa yenerdi. Sert bakışlı olduğu için kimse ona çok fazla yamalamazdı. Yine bir gün ona satrançta yenilen birine, “Kim bu adam ne hastalığı var kimse neden onu yenemiyor? diye sormuştum. Adam kim olabilir ki, burada akıllı adamın ne işi olur? o da bizim gibi bir deli ayrıca sadist ve sapkın bir beyni var dedi”. Gerçi sorduğuma pişman etti beni. Bundan sonra adamı daha çok merak etmeye başladım. Bir öğle yemeğinde onun yanına oturdum ona sık sık hayat insanlık felsefe ara sıra da satranç ve okuduğu kitaplar hakkında sorular sordum. Ünlü matematikçimiz Ali Nesin’i tanıyıp tanımadığını da sordum. Nesin’in ismini duyunca burun kıvırdı belli ki onu beğenmiyor diye de bir daha da sormadım. Bana, “Dünya hakkında ne öğrenmek istiyorsun?” dedi. Dünyada yaşadıklarından memnun ölen bir kimse gördün mü hiç hayat hiç kimseye altın tepsi içinde bir hayat sunmaz hayatı ve yaşantımızı bilinçli insanlar güzelleştirirler. İnsanlar kusurludurlar, yani hepimiz kusurluyuz kusurlarımızı hayata yükleriz o zaman da hayatın çirkin olduğunu sanırız. Hayat aslında güzeldir, önemli olan sevmektir. İçinde yaşadığınız şehri sevmiyorsanız o şehir çirkindir ve mutsuz olursunuz. Okuyan, yazan, güzel konuşan bir kadınla evlenmek cahil bir adam için ölümdür. Adam çirkinliğini, hafifliğini kadında arar. Bu yüzden erkekler okumuş, yazmış, entelektüel kadınlarla evlenmezler. Evlenenler de üç beş ay sonra boşanırlar ya da bir yolunu bulup kaçarlar. Bu tür erkekler eğreti elbise gibidirler, evrenin sırları hakkında sorduğum soruya bugüne kadar evrenin sırlarını kimse çözemedi binlerce filozof yazar bilim insanı çözmek için çok uğraştı. Einstein, Sokrat, Mevlana, Diojen , Tolstoy gibi önemli insanlar ucundan kulağından çözdüler de dünyanın sırları çözüldüğü zaman dünya çok sıkıcı bir yer olur ve yaşananın hiç bir önemi kalmaz. Bir filozof hayatının sırlarını anlamak istiyorsanız erişilebilecek hedefler seçmelisiniz der. Akıllı bir adam böyle yapar. Bir süre durdu, “Biz bu tımarhaneye niye geldik biliyor musun? Ben de, “Delirdiğimizden dolayı” dedim gülerek. “Tamamı bu mu yani mesela ben evrenin sırlarını çözmeye çalıştığım için buradayım, olmayınca da kafayı matematiğe taktım matematik benim için bir ilaç gibidir. Sizi kimse satrançta da yenemiyor bunun sırrı ne? Dedim. “Ne olacak matematik?” dedi. “Matematik bir sezgidir, sezgi eşi benzeri olmayan bir öngörü biçimidir. Herkeste vardır biraz ama herkes kullanamaz. Öngörüleri olanlar sanatla, bilimle uğraşan insanlardır. Mesela bir köylü havadaki bulutların durumundan yağmurun yağıp yağmayacağını, rüzgârın hangi yönden eseceğini anlayabilir, bu da bir sezgi işidir. Dostoyevski 1917 yılında Rusya’da bir devrim olacağını 1860 yıllarında söylemişti bu da bir sezgidir. Benimle satrançta yenilenler sezgi güçlerini kullanamayan kimselerdir. Satranç yüksek düzeyde konsantrasyon ister. Bir anlık dalgınlığınız size oyunu kaybettirir. Ayrıca da çok keyif verici, zekâ açıcı ve çok kışkırtıcı bir oyundur. İnsanın canı yendikçe yenmek ister.” Bana dönerek, “Siz Dostoyevskiyi çok seviyorsunuz ya, kumar Dostoyevskiyi çok kışkırtıyordu. O ayrı bir kişilikti kazandıkça değil kaybettikçe seviniyordu çünkü o bir deliydi. Tolstoy onun için kendi deli olduğu için bu adam herkesi de deli sanıyor der. Haksız da değil matematiğe gelince matematik bize öğretildiği gibi çıkarma, bölme toplama işlemlerinin yapılması değildir. Gerçek matematik soyut zihinsel kurgulardır ve bu yüzden de bilimlerin en üstündedir. Satranç bilenler matematik zihinsel bir yaratıcılık olduğunu da bilirler. Taşların değiştirilmesi zihinsel ve kurgulanarak yapılır gerçek bir matematikçinin ve satranç oyuncusunun ruhsal yapısı bir şairin bir bestekârın ruhsal yapısıyla aynıdır.”