Başrolünü dünyaca ünlü Amarikalı aktör marlo Brando'nun oynadığı filmini izledim dün.
Sırf Brando'nun sanatçılığını görmek için izlemeye değer... Yakışıklı, karizmatik, anlamlı bakışları olan bir adam. Her sözü her bakışı ve bütün davranışları insana güzel hisler veriyor. Muazzam bir vücut dili var, filmi izlettiren de bu vücut dili. Elimde olsaydı bazı sahnelerini durdurur tekrar tekrar izlerdim. Antika bir adam, tam bir sanatçı.
Türkiye'de bizler hala sanatçı kime deniri tartışıyoruz. Sanatçı görmek isteyenler bu filmi izlesinler. Dünyada Amerika'ya en çok para kazandıran film. Bu yazıyı yazarken aklıma sık sık sevgili Yılmaz Güney geldi. Güney'in de böyle bir baba filmi var. İlk defa Türkiye'ye Kan Film Festivali'nde ödül kazandıran sanatçıdır Güney. Bütün filimlerini izlemişimdir ama beni en çok etkileyen baba filmidir.
Ülkemizdeki yoksulların başına gelen tüm kötülükleri anlatır bu filimde. Fukara ve eğitimsiz insanlar, kapitalist sistemin kendilerine uyguladığı kötülükleri bilemezler. Onlar hayatın kendilerine kötülük yaptıklarına inanırlar. Gerçekte dünya kötü değildir, kötü olan biz insanların bakış açılarıdır.
Güney bu filmde fuhuş batağına düşen genç kızların ve kadınların hayatlarını sorgular.
Bu kızlar ve kadınlar bir nesne olarak sunarlar. Asıl fuhuş yapan onlar değil çünkü erkekleri ayartan onlar değil, erkekler onları ayartır. Yani bu işin müşterisi de onlar kadar günahkardırlar. Kadınlar onların ayağına gitmez, onlar kadınların ayağına giderler.
Bu ilişkide asıl yok olan insan ve ahlaktır. Van Gogh bir fahişe kadının resmini yapacaksam o kadının fahişeliğini tam anlamıyle görmek isterim der, bu işler orta cağda çok daha rezilce işlenirmiş. Bu anlamda Yılmaz Güney bir halk sanatçısıdır, sanatçı olmak başka sanatçı kolmak da başka bir şeydir. Türkiye'nin yazarlarının dikkatini çekmek isterim.
Şimdi vereceğim örneğe ünlü yazar Victor Hugo yazdığı romanlar, şiirler ve yaptığı özgürlükçü siyasetle başta ülkesi olmak üzere döneminde birçok ülkedeki imparatorları tacından, tahtından etmiştir. Sefiller isimli romanıda Fransız Devrimi'ni anlatır. Onunla hiçbir konuda başa çıkamayan yazar Zola bir keresinde artık sus müsaade et, biraz da biz konuşalım der.
Yaşadığımız bu ülkenin yönetenlerinden hepimiz hizmet bekleriz, bu bizim hakkımız çünkü bunun için vergi veriyoruz ama bizler de yurttaşlık görevlerimizi yapmamız gerekir. Yurtaş olmak boş lafla olmaz. Her yurtaş yeteneği oranında ülkesine katkı sunması gerekir. Mesela demokrasi isteyenlerin bu ülkeye demokrasinin gelmesi için samimi mücadele vermesi gerekir. Yurttaşlık sadece tüketmekle olmaz, önce üreteceksiniz. Biz yurttaşlar böyle yaparsak ancak bizim ülkemizde de Tolstoy'lar Dostoyevski'ler ve Puşkin'ler çıkar ve de ülkemize demokresi gelir...