Toplumların gelişiminde en kritik unsurlardan biri, yetenekli ve ehil kişilerin doğru yerlere gelmesini sağlayan liyakat sistemidir. Ancak bugün, özellikle kamusal alanda ve özel sektörde, liyakatten çok farklı kriterlerin belirleyici olduğunu görüyorum. Bu durum, sadece bireylerin haklarının gasp edilmesiyle kalmıyor, toplumun tüm yapısını zayıflatıyor. Oysa liyakat, sadece bireyler için değil, devletler, kurumlar ve şirketler için de hayati bir ilkedir.
Liyakat, en basit tanımıyla, bir kişinin eğitimine, deneyimine, bilgi ve becerisine uygun bir konuma getirilmesidir. Yani bir işe veya göreve getirilen kişinin, o işin gerektirdiği donanıma sahip olmasıdır. Bu sistemin işlediği toplumlarda; devlet kurumları, akademi, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları çok daha verimli çalışır. Çünkü pozisyonlar, hak eden kişiler tarafından doldurulur ve bu da daha sağlıklı kararların alınmasını, üretkenliğin artmasını ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlar.
Tarih boyunca liyakate önem veren toplumlar, bilimde, sanatta ve ekonomide büyük atılımlar yapmıştır. Örneğin Osmanlı Devleti’nin yükseliş döneminde devşirme sistemi, liyakate dayalı bir model sunuyordu. Küçük yaşta alınan yetenekli çocuklar, en iyi şekilde eğitilip devlet kademelerine yerleştiriliyordu. Ancak bu sistem bozulduğunda, kayırmacılık ve nepotizm (akraba kayırmacılığı) devreye girdi ve çöküş hızlandı. Benzer şekilde, Avrupa’da Rönesans ve Aydınlanma Çağı, liyakat temelli akademik ve bürokratik yapılar sayesinde mümkün oldu.
Ne yazık ki günümüzde, liyakat çoğu zaman sadakatin gerisinde kalıyor. Kamu kurumlarında, özel sektörde ve hatta akademik dünyada, bir kişinin bilgi ve becerisinden çok, kimleri tanıdığı, hangi çevrelerden geldiği veya hangi ideolojik gruba yakın olduğu belirleyici olabiliyor. Bunun sonucunda ehil olmayan kişiler kritik görevlere getiriliyor, üretkenlik düşüyor ve toplum genelinde adaletsizlik hissi artıyor.
Liyakat yerine sadakat esas alındığında;
Kurumsal çöküş; yetersiz kişiler önemli görevlere geldiğinde, kurumların işleyişi bozuluyor ve toplumun devlete veya özel sektöre olan güveni azalıyor.
Beyin göçü; yetkin bireyler hak ettikleri fırsatları bulamayınca, başka ülkelere gitmeyi tercih ediyor. Türkiye’den yurtdışına giden akademisyenler, doktorlar ve mühendisler bunun en büyük göstergesi.
Ekonomik zarar; liyakatsiz yöneticilerle çalışan kurumlar ve şirketler verimsiz hale geliyor, rekabet gücü düşüyor ve uzun vadede ekonomik krizler kaçınılmaz oluyor.
Toplumsal huzursuzluk; insanlar, çabalarının karşılığını alamadıklarını hissettiklerinde, toplumda adalet duygusu zayıflıyor ve kutuplaşma artıyor.
Liyakati toplumsal hayatın merkezine koyabilmek için öncelikle zihniyet değişimine ihtiyaç var. Kamu kurumlarında ve özel sektörde işe alım süreçleri tamamen şeffaf hale getirilmeli. Özellikle devlet kurumlarında yazılı sınavlar, yetkinlik testleri ve bağımsız değerlendirme mekanizmaları oluşturulmalı.
Liyakate aykırı atamalar yapan kişiler, bağımsız denetim mekanizmaları tarafından izlenmeli ve hesap vermek zorunda olmalı.
Eğitim sistemimiz, öğrencilere gerçek beceriler kazandırmalı ve mezuniyet sonrası liyakate dayalı bir kariyer planlaması sunmalı. Bugün birçok genç, torpil veya siyasi bağlantıları olmadan iyi bir kariyer yapamayacağına inanıyor. Bu algıyı kırmak gerekiyor.
Liyakatın toplumun geneline yayılması için sadece devletin değil, bireylerin de bunu talep etmesi şart. İş başvurularında, akademik yükselmelerde veya bürokratik atamalarda, liyakat esas alınmadığında tepki göstermek bir vatandaşlık görevidir.
Liyakatin tekrar bir norm haline gelmesi için siyasi iradenin güçlü olması gerekiyor. Liyakatli atamalar yapan, şeffaf süreçleri destekleyen yönetimler, uzun vadede hem halkın güvenini kazanır hem de sürdürülebilir kalkınmayı sağlar.
Bir toplumda liyakat yoksa o toplumun geleceği belirsizdir. Tarih boyunca büyük uygarlıklar, liyakati kaybettiklerinde çöküş sürecine girmiştir. Türkiye’nin de ekonomik, bilimsel ve kültürel kalkınmasını sürdürebilmesi için en önemli meselelerinden biri liyakati yeniden tesis etmektir.
Ehil ve donanımlı bireylerin hak ettiği konumlara gelmesi sadece onların değil, hepimizin hayatını doğrudan etkiler. Çünkü liyakat, sadece bir kariyer meselesi değil, bir toplumun adalet, güven ve ilerleme meselesidir.