Ülkemiz, 1923'te ilan edilen cumhuriyet ile birlikteki en büyük kazanımlarınin aşında gelen LAİKLİK meselesini tartışmaktan bir türlü kurtulamamıştır.
Genel olarak "DİN ve DEVLET İŞLERİNİ AYRI TUTMA" olarak bilinen LAİKLİK, ümmet geleneği ve Osmanlı kültürüne sahip çıkan 1923 döneminin sermayesi ve mütegallibesi tarafından kabul görmedi. Çünkü, kul olmaktan çıkıp birey olmak algılanırsa, feodal düzene ve sömürüsüne başkaldırı engellenemezdi.
Geleneksel sermayenin, cumhuriyetle birlikte geçen 97 yıla rağmen LAİKLİK karşıtı mücadeleden vazgeçmemesinin asıl nedeni, derebeylik, feodalite ve sömürünün daha azgınca sürdürülmesi ve yapılanlar sonrası hesap vermek istenmemesidir.
Cumhuriyetin yerlsik kurumlarının kırmızı çizgisi, 1980' kadar LAİKLİK olmuştur.
Ancak, 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle birlikte sözde LAİKLİĞİ KORUMA adına meydanlarda elinde Kur'an-ı Kerim ile dolaşan cunta lideri eliyle toplum dinsel tavassutlarla idare edilmeye alışır hale getirildi.
O süreçten sonra dünyada uygulamaya konulan neoliberal politikaların sahibi emperyalizmin bizim gibi ülkelere dayattığı model dinsel motifli yönetimler oldu. Özellikle de, ülkemizin de içinde bulunduğu coğrafyadaki ülkelere.
AKP'li dönemler başladığından bugüne kadar da, 'LAİKLİK'ten vazgeçen yönetim modeli anlayışını yerleştirme adımları yine dinsel motifler uzerinden gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Üstelik, LAİKLİK ilkesinin sağladığı olanaklarla toplumun dini ihtiyaçlarıni karşılamak için oluşturulmuş DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI'nın (DİB) fetvaları eliyle.
Bugüne kadar çok örneğini gördüğümüz DİB fetvalarına dayalı yaklaşımların sonuncusu, hukuk alanını da karşı karşıya getirdi.
DİB Başkanı'nın eşcinsellik ve zina konusu üzerinden topluma duyurduğu fetva, anayasasında "demokratik-laik-sosyal hukuk devleti" yazan ülkemizi, yeniden gericilik tuzağının içine çekiyor.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara Barosu yönetiminin DİB tarafından verilen fetvaya karşı çıkış metni hakkında soruşturma başlatmış.
Başsavcılık soruşturması 'DİNİ DEĞERLERİ AŞAĞILAMA" suçlamasına dayandırılıyor.
Oysa, demokratik ülkelerde toplum düzenini ve yaşayışını belirleyen anayasalardır. Anayasa ve yasalar devlet-halk ilişkisini düzenler.
Devletin dini olmaz...
Kişiler gerek görürse suç duyurusunda bulunur.
Ancak;
Sormak gerekir, dini anlayışları farklı kişilerden oluşan toplumun her kesimine eşit mesafede olması gereken 'cumhuriyetin savcıları'nın "Toplumun geniş bir kesiminin dini değerleri aşağılanamaz" ifadesindeki 'niyet okuyuculuğu' üzerinden soruşturma açması hukuki midir ?
Bir de;
Anlaşılamayan şu;
Kutsal kitap Kur'an-ı Kerim ülkenin anayasası oldu da bizim mi haberimiz yok ?