İnsanın yazgısında acı çekmek, sıkılmak ve zaman zaman bunalmak vardır. Hayatımızın her safhasında bu duyguyu hissederiz. Yaşama direncimizi acılar oluşturur. İnsanoğlunun doğayla ilişkileri acılarla doludur. İnsan her şeye alıştığı gibi acılarla yaşamaya da alışıyor. Çok sıkıntılı olduğum bir gece evin içinde dolaşırken istem dışı olarak salonun kapısını açtım, ne gördüm dersiniz? Sevgili annem dua ediyor. Sessizce arkasında diz çöktüm. Allah’tan benim için istediklerini diledim. Bugünkü durumumu gördükçe annemin dualarının kabul olduğunu düşünüyorum. Allah’ın katında en makbul dualar annelerin dualarıdır. Hastalığım boyunca annem hep yanımda durdu ve tüm acılarımı paylaştı. Annelerinizi kırmaktan sakınınız onların hakkını asla ödeyemeyiz. Annelerine kötülük yapanları duydukça çok üzülüyorum. Ana işte tartışılacak nesi olabilir? Hayat acılar, dertler ve sıkıntılar üzerine inşa edilmiş bu gerçeği kabul etmedikçe rahat yaşayamayız.
Sevgili dostlar düşünsenize doğarken acılarla doğuyoruz. Benden sonra doğan kardeşlerimin doğdukları o anlarda ağlamalarının sesleri hâlâ kulaklarımdadır. Bence bu ağlayış yaşarken çekeceğimiz acıların ağlayışıdır. Yine bence yaşamlarımızdaki en koyu acılarımız büyütüldüğümüz beşiklerde, kundaklarda yaşıyoruz. Çoğumuzun çarpık bacaklı, kambur oluşu bundandır. İnanın analarımızın karnında bu beşiklerde yaşadığımızdan daha rahat yaşıyoruz. Bence en koyu cahillik bu cahilliktir. Okullarda çocuklarımızın öğrenmesi gereken en önemli bilgi bu olmalı çünkü kundaklarda yaşadığımız sıkıntılar en çok psikolojimizi bozuyor.
Sevgili annem kardeşlerimi kundaklarken bilenler anlayacaktır; bellerinden, kollarından ve ayaklarından uzun iplerle beşiğe bağlardı. Her ağladıklarında annem gider emzirirdi, ağlamalarının sebebini aç olmalarına bağlıyordu. Şimdi anlıyorum ki sıkıntılarından ağlıyorlardı. Çektiğimiz acılardan biri de bilinçsizce kundaklanmalarımızdır. Elbette annelerimizi suçlamıyorum, onlara bebeklerin nasıl sağlıklı büyütüleceği devlet tarafından öğretilmemişti. Atalarından gördükleriyle bebeklerini büyütmeye çalıştılar.
Şimdi Dostoyevski temalı dramatik büyük bir acının öyküsünü anlatmaya çalışacağım. Dün meydanda gelen bir hanım “Size bir şikâyetim var, yazarsan çok mutlu olurum” dedi. Neden yazmayayım benim işim bu. Sokakta yürürken arkasından iki geri zekâlı önce incitici laf atmış sonra da hakaret etmişler. Bu ….. sorsak çocuklarının babasını tanımaz ve daha çok şeyler söylemişler. Yaşadığımız ülke dünyanın en güzel ülkesi ama içinde yaşayan kimi geri zekâlılar çirkinleştiriyorlar. Ne aştan ne sevdadan ne insanlıktan anlıyorlar. Bu dünyaya ot gelip saman gidiyorlar. Hem hukuksal hem ahlaksal kimsenin kimseyi sorgulama hakkı yok. Herkes işlediği suçun cezasını kanun önünde çeker, başka ne diyebilirim ki? Daha kötüsü işlediğimiz kötülüklerden dolayı özür de dilemiyoruz, özür dilemeyi kendimize yakıştıramıyoruz. Oysa özür dilemek ya da pardon demek bizi olgunlaştırır. Özür dilemek tecrübedir, insanı kamilleştirir. Ben insanlığımı, yurttaşlığımı ve vatandaşlığımı özür dileme üzerine kurdum. Bu güzellik bana çok şey kazandırıyor. Şimdi de 17.yy’da yaşamış ukala, kibirli, geri zekâlı ve insanlıktan nasibini almamış kendisini asil sanan bir Fransız arkadaşına evin hizmetinde çalışanları şöyle tanıtır; “Tüm bu insanlar benim kölelerimdir”. Burada da durmaz “Asil zade olmayan herkes köledir” der. Kahrolası asillik böyle insanlık dışı bir şey. Bütün bunlar acı verici, aşağılayıcı şeyler.