Öylesine bir günde, öylesine bir haldeyim.
Bazen, hatta çoğu zaman hep susmak istiyorum.
Konuşmaya utanıyorum , konuşmak isteyip de konuşamayanların yanında...
Ya da konuştuğunu zannedenlere inat...
Çığlık çığlık susmak...
Doya doya, kana kana...
Hiç bilmediğim, daha önce hiç duymadığım bir alfabeye ait gibi geliyor sözcükler çoğu zaman.
Ne kadar çabalasam da anlamayı beceremiyorum.
Çoğu kez 'burası neresi? ' yabancılığında, herkesi ve her şeyi seyrederken yakalıyorum kendimi.
Ürküyorum yalnızlıklardan.
Bazen, görmemek istiyorum göremeyenler gibi...
Görmeye utanıyorum, göremeyenlerin yanında...
Veya, gördüklerini sanan körlere nispet yaparcasına kapatıp gözlerimi, görmelerini
hâyal etmek istiyorum.
Bazen, durmak istiyorum olduğum yerde.
Ot gibi, ağaç gibi ne bileyim duran her ne varsa işte, onlar gibi...
Öylece kıpırdamadan...
Gitmeye, koşmaya mecali olmayanların yanında.
Bazen de tam tersi koşmak geliyor içimden.
Dörtnala şaha kalkmış gittiğini sanıp da, yerinde sayanlara inat.
Bazı günler de, duymasam hiç diyorum keşke.
Duyamayanların ya da duyduğunu sananları anlamak için...
Canım acıyor , yüreğim yanıyor...
Çocukların, hayvanların, insanların aç kaldığı, itilip- kakıldığı, kandırıldığı,savaştığı
yalan söylendiği, hakkının çalındığı ve öldürüldüğü bu Dünya denilen gezegeni
sevemedim bir türlü.
Dipsiz bir kuyuda mahpus kalmışım sanki.
Başımı kaldırınca gördüğüm gökyüzüne, yetişmiyor ellerim.
Ama yetişme umudu yok mu?
Elbet bir gün yetişecek gökyüzüne ellerim...