Demirci'nin, "yabancının yabancısı olduğumuz süreçler haline geliyor" açıklaması ile insanın bilinç altındaki birçok duygusunu ortaya çıkartıyor, hayatımız ile ilgili alacak olduğumuz kararlar, sınır çizgilerimiz ve hepsinin ilk sırasında yer alan iletişim olgumuz..
Bazen kalabalığın çıkmaz uğultusundan bazense yalnızlığın melankolisinden bir türlü net rengimiz olan benliğimize o en doğru rengi bulamayışımız ile seyircileştiğimiz durumumuz ile başbaşa evrilmeye devam ediyoruz. Hayatımızın her alanında yeni-eski kavramları içine hapis olduğumuz yeninin de eskinin de birçok konuda buhranlar içerisindeki o anları ifadede güçlük çektiğimizi görmek bilmek istemeyiz. Yabancılığın yabancısı olmak insanlara olan sınır çizgimiz, benimsediğimiz insanları yabancılaştırmadığımızı sandığımız gelip geçen zamana ne demeliyiz peki nasıl adlandırmalıyız? İnsanın tanımadığı bir şehirde yazmaya başlaması şehri tanıması anlamlandırması kendisi ile ilgili değil miydi oysa? Zaman içerisinde ihtiyacı olduğunu düşündüğü birçok noktayı saptaması, bu ihtiyaçlar doğrultusunda yabancılığı maskelemesi ile aşacağını kanaat getirmesi ile ilgili olduğunu yeğlemiştir bilinç altına bir kere. Gereklilikler başlığı adı altında kendine ait olmayan fikirler ve sınırlar ile çerçevelenip sıkıştıdığının farkına varamaz insanoğlu. Oysa kendini tanıyan defaatle düşüp defaatle doğruları bulmayı kendine rehber bilen kıble bilen niceleri ile doğru yaratıldığını ne çabuk unuttu unutturuldu.
Saptamış olduğu noktaları yalnızca A noktasından B noktasına götürdüğünün bir sıcaklığın tam içindeki soğukluğun farkına varamıyor olmanın eşiğinde kalıyor. Sosyoloji kavramların farkı pencereler ile genelde olumsuzluk barındırdığını gözlemlemek de diyor çıkıyor işin içinden bazısı. Öz benlik duygusunu kaybetmiş bu yaşadığı toplum grup içinde başkalaşmış olan karakterler ile asıl karakter arasındaki yabancılaşmanın kaçınalımazlığını yaşamak asgari sonucu yaratabiliyordu da üstelik.
"Ne kimlik benliğini ne benlik kimliğini taşımıyordu taşıttırılıyordu nabzın şerbeti alay ediyordu Günyüzü, yine de karanlık basınca kaçınılmayan yalnızlığın kamçısıyla Güzide kalınca esiyordu tanyeri" diyordu bizim Demirci.