Çocukluk yıllarımda eldiven yoktu. Soğuk günlerin göbeğinde üşümeyi delikanlılık sayıp, yalnızlığımın durağı duvar diplerinde mora çalmış ellerimi nefesimle ana rengine döndürürken gözlerimden dökülen yaşları eldivenli çocuklara adardım.
Firari askerlerin bitpazarına düşen postallarıyla tanışana kadar, lastik ayakkabıların içindeki ayaklarım, donmuş parmaklı günlerden, üşümeyen parmaklı günlere taşırdı beni….
Çocuktum, üşüdüm. Büyüdüm ısındım. Dünü düne bırakıp, dünü dünde unutup yaşayanlara ve bunu başaranlara kocaman aferin!...
Ben, beceriksizin biriyim. Çoğunuzun başardıklarını düşünemedim bile..
İnsan kılıklı vücudumu sardım, sarmaladım. Neyim varsa hepsiyle örtüm… Bu işte bir tuhaflık var. Bir türlü çözemedim bu denklemi?
Yüreğim yanar, gözlerim yıldızlı kan çanağı….
Sevdalarım “Sahaflar Çarşısı”na düşer, firari…. Şiirlerime çığ düşer bu kentin istasyonlarında…
Ali’nin ayakları birkaç yardımsever buldu. Ve ısındı. Darısı diğer Ali’lerin başına mı demeliyim? Binlerce Ali ne yapmalı?
Genelde bireysel acıların yoz şarkılarına söz yetiştir. Gel de tuzu kuru sofraların yoksulluk söyleşilerine inan….
Aç karnına şiir yazılmıyor.
Tok karnına hiç yazılmıyor.
Açken düşünüp tokları
Kinlenirsin de
Tokken düşünmezsin
Açları.
İstasyonda eldivenlerimi düşürdüm. Üşüyen ellere hemen ulaşmış. İyi ki eldivenlerimi düşürmüşüm, kendimi düşürseydim beğenip de alan olmazdı.
“Neron” kadar deli olmak geliyor içimden. “Neron” olsan ne olur, olmasan ne olur? Kibrit ıslak, çakmaktaşı hovarda… Döl düşürür yasaklı sözcüklerin rahmine…
Bu saatte sen eldivenleri, ben seni düşünürüm ya… Bunu hiç kimse bilmese de olur.
Hovarda çakmaktaşlarını yakalarsam eğer, yasaklı sözcüklerden sana ateşler yakacağım. Isın ısınabildiğin kadar….