“Biz demokrasi için kavga vermiş bir millet değiliz. Atatürk’ün zoruyla olmuş. Çünkü o zorlamasa kimsenin aklına böyle bir kurtuluş savaşı da gelmiyor, bir bağımsızlık kavgası da. Bunun sonucunda Atatürk, istese çok yakışıklı bir padişah olabilecekken, bize dev bir kıyak yapıp demokrasiyi armağan etmiştir.
Armağan, hele ne olduğunu bilmediğimiz bir şeyse bizim için bir değer oluşturmaz.”
Falınızda Rönesans Var, Ferhan Şensoy
*
30 Ağustos ile başlayan coşkulu hafta, konu başlıklarına yetişemediğimiz, bir gün gülerken diğer gün göz pınarlarımızın dolduğu, bir gün ağlarken bir anda gururun kalbimizden taştığı bir haftaya dönüverdi. Aslında alışık olduğumuz bir Türkiye, belki de değişken ruh halimize uyum sağlarken besleniyoruz.
Zafer Bayramı bu yıl şaşırtarak, tüm yurtta coşku ile kutlandı. Bizim neslimiz için normal olan fakat uzunca bir süredir “mücbir sebeplerden dolayı” ittire kaktıra kutlanan günlerden biliyorsunuz. Hatta bir inatlaşma, restleşme ruhunda. Tabii bu durum kentlerde bölünmelere ve gerilimlere neden olmadı değil. Bu durum yıllarca devam etti. Bu yıl gelen bayram mesajlarının içerikleri, samimiyetine inanmak istediğim bu değişimi o kadar güzel açıklıyor ki… Türkiye’nin bana göre en saygın kurumlarından birinin telefonuma gelen mesajını takip ederim yıllardır. ‘Hava durumu gibi esiyor yine’ derim üzülerek. Poyraz, meltem hatta bazen imbat eser her yıl. 2010 yılında 30 Ağustos Zafer bayramımızı neredeyse kınama mesajı ile kutlarken, aynı kurum bu yıl Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını göklere bile sığdıramamış mesajında. Hangi kurum olduğunun bir önemi yok. O kadar çok benzer kurum gördüm ki aynılıkta. Bu konuya hassas biri olarak “kurumsallık” şemsiyesi altında, rüzgâra göre bu davranış değişikliklerine tahammül edemiyorum sadece.
Mesajlarda olan tüm bu değişimden ümitlenerek artık bayramlarımızın kentin tüm kurumlarının bir arada kutladığı coşkulu günlere dönmesini diliyorum. Bayramların asıl amacı insanları birleştirmek değil miydi? Bu güzel atmosferin katlanarak büyümesine gerçekten ihtiyacımız var. İnsanlar çok yorgun ve yılgın, hiç alışık olmadığımız bir hayata sürüklendik son iki yıldır. Ricam hayatı insanlar açısından daha fazla zorlaştırmamak yönünde. Kentler yoruldu, insanlar mutsuz… Lütfen biraz sakinleşin, hırslarınızı rafa kaldırın ve samimi olarak insanlar için hizmet edin.
İki gün önce dilimizi mükemmel bilen ve kullanan, gerçek bir usta, eşsiz bir düşünür ve sanatçı Ferhan Şensoy’u kaybettik. O kadar değerli bir zekâya sahipti ki bu neslin onu daha yakından tanımasını çok arzu ederdim. 1995’te Gölcük Donanma Komutanlığı’nın ev sahipliğinde halka açık ve ücretsiz bir gösteride ilk kez eşi Derya Baykal ile birlikte izlemiştim. Donanma Kenti Gölcük’te haftalarca konuşulmuştu tiyatro oyunu ve etkisinden uzun süre kurtulamamıştık. Sözünü asla sakınmayan sanatçıyı oyunun sonunda, yüzlerce izleyici ile birlikte dönemin Donanma Komutanı Oramiral Güven Erkaya ayakta dakikalarca alkışlamıştık. Şık bir insandı, ışıklar içinde yatsın…
Ertesi gün bir başka acı haberle uyandık güne. Altın Plak sahibi, Devlet Sanatçısı, akademisyen, koro şefi, Klasik Türk Müziği yorumcusu zarafet simgesi Sayın İnci Çayırlı vefat etmiş… Radyo kültürü ile büyüyenler çok iyi bilir bu derya sesi. O da aramızda değil artık, ne yazık…
Gabriel Garcia Marquez’in, ünlü romanı “Kolera Günlerinde Aşk” tadında yaşadığımız yılgın günlerden, Ebrar Karakurt’un ışık hızında vuruşları kendimize getirdi. A Milli Kadın Voleybol takımımız, Avrupa Kadınlar Voleybol Şampiyonası'nda Polonya ile karşılaştı. Filenin Sultanları, Polonya'yı 3-0 mağlup ederek yarı finale çıkan taraf oldu. Eda'nın 12, Hande'nin 11, Tuğba'nın 10 ve Zehra'nın 9 sayı ile oynadığı karşılaşmada Ebrar Karakurt'un 20 sayılık performansı izleyenleri büyüledi. Her ne kadar ekranlarda canlı olarak izleyemesek de kapanışı İzmir Marşı ile yapan takımız bizi 2. kez onurlandırdı.
Kadınlığından tut, şortuna kadar konuşulan voleybolcularımızın önünde, dünya ceketini iliklemek zorunda kaldı. Afganistan’da ki sıcak gelişmeleri takip edenleriniz, Atatürk’ün öncelikle biz kadınların derin nefes alabileceği bir ülke tasarlarken neyin asıl önemli olduğunu bir kez daha anlama şansı verdi hepimize ‘umuyorum’!.
Federasyonun sloganlaştırdığı ‘Biz voleybol ülkesiyiz’ sözüne rağmen Türkiye’de henüz yaygınlaştırılamamış kadın voleybol takımlarına inat Ebrar Karakurt gibi değerli sporcularımızın yoksul mahallelerde kız voleybol takımları oluşturan bir akademi kurarak, gönüllü eğitmenlik yaptığı bir ülkede yaşıyoruz. “Sporcu” tanımının altını tam olarak dolduran bu değerlerimize, birileri çıkıp, kendi kelime hazinesi büyüklüğünde cümle kurmak hadsizliğinde bulunuyor, bir kısım da onu alkışlıyor.
Türkiye’de ne değişiyor biliyor musunuz? Artık insanlar konuşmaktan, inandıklarını söylemekten eskisi gibi çok da korkmuyorlar. İnsanlar kaybedecekleri değerleri gözden geçirmeye başladı. Umarım yine bir sabah, düşündüklerini söylemekten ve yazmaktan çekinmeyen, bir o yana bir bu yana eğilmekten sıkılmış, ‘gerçek’ başarının tadına varmış, değen insanına takdir göstermekte cömert, egosunu törpülemiş, kibirli duruşun ona bir şey sağlamadığını idrak etmiş bir pırıl pırıl bir Türkiye’de uyanırız.
Bu yazıyı sonlandırdığım şu dakikalar Yunan Kültür Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, tüm dünyada üne kavuşan Yunan besteci Mikis Theodorakis’in hayatını kaybettiği haberi geçildi. Atina’da 96 yaşında hayatını kaybeden besteci Yunan şiirlerine dayanan binin üzerinde bestesi ile dünyanın kültürel mirası haline gelmişti. Bizler onu ünlü oyuncu Anthony Quinn’in başrolünde yer aldığı "Zorba" filminin müziklerinden çok iyi hatırlıyoruz.
Annesi İzmir Çeşmeli olan Theodorakis’in Türkiye ile bağları her zaman çok güçlü oldu. 1986 yılında ünlü Türk besteci Zülfü Livaneli ile birlikte iki ülke arasındaki çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan Türkiye-Yunanistan Dostluk Derneği’ni kurdular. Livaneli’nin değimiyle “acısı çok derin” kayıplar yaşadık…
Bugün, Zülfü Livaneli’nin bir tavsiyesi ile bitirmek istiyorum;
“Tıpkı Mikis Theodorakis, Elia Kazan, Yaşar Kemal, Orhan Veli, Nâzım Hikmet, Pablo Neruda, Lorca, Brecht, Aragon gibi hayata coşkuyla, şiirle, heyecanla yaklaşın; bireyci değil, çoğulcu olun; her şeyi inceden inceye hesapladığınız, stratejilerinizin esiri olduğunuz bir kariyer oluşturmayın, yoksa insanları soğuk buzlu camlar ardından süzen acımasız, duygusuz ve yalnız bir insan olursunuz…
Sevdanız ve kavganız olmalı hayatla.”