"Bir vatanın sahibi olmanın yolu, o topraklarda yaşamış tarihi olayları iyi bilmek, orada doğmuş uygarlıkları tanımak ve tarihine sahip olmaktan geçer.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
**
Hayatımda ilk müze ziyaretimi net hatırlıyorum. Babam izinli olarak Ankara’ya geldiği bir hafta sonu Ankara Etnografya Müzesi’ne götürmüştü. Her şeyi anlayabilme ısrarımla üç saatte ağlayarak çıkartabilmişlerdi müzeden beni. Güvenlik personelinin “artık kapatıyoruz” sözüyle ikna olmuştum. Ondan sonraki haftalar insanları bayıltana dek müzede gördüklerimi anlatmakla geçti. Her yaşadığımız ve ziyaret ettiğimiz yerin müzelerini gezmek ben de belli bir zaman sonra alışkanlığın ötesinde bir ihtiyaç haline döndü. Nereye adım atarsam; kütüphanesi, tarihi yapıları ve müzeleri, o şehir ile ilgili temel fikrimi oluşturabiliyordu ancak.
Yerel yönetimlerde görev almaya başladığım ilk günden son güne dek yaptığım her projede müze fikrine dokunan bir yaklaşımım oldu. Yaptığım kütüphanelerin içinde muhakkak butik müze esintileri yarattım ya da bir mimari projede kesinlikle sergileme alanları oluşturdum, organize ettiğim şenlik ya da sempozyumların finali muhakkak bir yaratıcı müze fikri ile bütünleşti. Neden-sonuç ilişkisinin en verimli finali belki de yaptıklarımızı gösterebilmek ve geleceğe taşımak için korumak içgüdüsü idi.
Dünyanın en popüler kadınının Mona Lisa olduğunu biliyor musunuz? Louvre Müzesi’ndeki tablosunu görmeye yılda yaklaşık 9 milyon kişi geliyor. İkincilik ve üçüncülüğü Amerika’nın başkenti Washington DC’deki Smithsonian Müzeleri alıyor.
Smithsonian Enstitüsü tam 19 müzeden, dokuz araştırma merkezinden ve bir hayvanat bahçesinden oluşuyor. Yılda 30 milyon kişi ziyaret ediyor. Sergilenen eser sayısı yaklaşık 140 milyon. Havacılık ve Uzay Müzesi yılda 8 milyon kişiyi ağırlıyor. 200 bilim insanının çalıştığı Doğa Tarihi Müzesi, yılda 7.5 milyon kişiye ev sahipliği yapan, dünyanın en fazla ziyaret edilen üçüncü müzesi.
ABD, Washington Dc’de çalıştığımız yıllarda haftalık müze programı yaparak kentteki tüm müzeleri gezme hedefimiz vardı, sayısını halen bilmediğim kadar müzeden bahsediyorum. Tüm dünyadan sadece müze gezmeye gelen turistlerin sokakları doldurduğu bir kent hayal edin… Yeri geldiğinde çok genç ve tarihi derin olmayan bir devlet olarak gördüğümüz ABD, yakın tarihinin tüm detaylarına sahip çıkarak kültürel bir hafıza oluşturuyor geleceğe… Bir de kendi ülkemi düşünüyorum, neresine dokunsanız hazine fışkıran…
ABD’de bulunduğumuz yıllarda Türkiye’den her kademe devlet yetkilisine ev sahipliği yaptık. Yüzlerce kişinin sadece alışveriş yerlerini görmek isteğine saygı göstermekle birlikte hep üzülürdüm, böyle bir fırsatı kaçırdıkları için. Sadece bir kişi oldu aralarında. Dönemin en üst kademede devlet adamlarından birinin eşiydi. “Dilekçim üç gün için sadece müze ziyareti planlamanı rica ediyorum, parasını ödemek kaydıyla bir de güzel kahve içelim birlikte, şehir ile ilgili her şeyi anlat bana...” Bu cümleler benim zihnime öyle bir yerleşti ki ölsem de gam yemem… Zaten hayatım boyunca da benzeri bir diyalogla bir daha karşılaşmadım maalesef.
Müzeler tarihin arşivi, tarihin laboratuvarı, tarihin kütüphanesidir. 1998 yılında Uluslararası Atatürk Barış Ödülü’nün sahibi ünlü tarihçi Prof. Bernard Lewis “Birey için hafıza ne ise, bir ulus içinde tarih odur. Tarihini çarpıtan bir toplum nörotik bir kişi, tarihini bilmeyen toplum ise hafızasını kaybetmiş bir insan gibidir” demiştir.
Ülkemizde koleksiyonculukla başlayan müzeciliğin ilk izlerine 13. Yüzyılda Selçuklular Dönemi’nde rastlarız. 19. Yüzyıla gelindiğinde Türk müzeciliğinin temelleri atılmaya başlanmış, 1846 yılında İstanbul’da Aya İrini Kilisesi’nde ilk müze kurulmuştur. Mecma-ı Âsâr-ı Atika (Eski Eserler Koleksiyonu) günümüzdeki İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin temelini oluşturur. Sadrazam Ali Paşa müzeyi yeniden düzenleyerek Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) adını verir. 1881 yılında Osman Hamdi Bey, Müze Müdürlüğü’ne getirilmiş ve Türk müzeciliği için yeni bir dönem başlamıştır. 1884 yılında bir kararname hazırlanarak eski eserlerin yurt dışına çıkarılması yasaklanmıştır.
Atatürk Cumhuriyet kurulmadan önce müzeciliğe değinmiş, arkeoloji biliminde dünyanın uygar ülkeleri düzeyinde olmayı hedef göstermiş ve hangi dönemde yaratılmış olursa olsun tüm kültür varlıklarının birer tapu senedi gibi sahip çıkılmasının gerekli olduğunu, tarihe ve kültüre verdiği değerle her fırsatta anlatmıştır. Öyle ki; Sakarya Meydan Savaşı esnasında Ankara da, bir Eti Müzesi kurulması emrini vermesi işgal güçlerine “Biz müzemizi de kurduk bir ulus olarak geliyoruz. Bu toprakların geçmişi de geleceği de bizim” mesajını iletmek istemesi ile açıklanabilir ki, müzelerin bir ülkenin bekası için ne denli önem taşıdığına iyi bir örnektir.
Cumhuriyetimizin ilk müzesi olan Etnografya Müzesi 25 Mayıs 1928 tarihinde Afgan Kralı Amanullah Han’ın da katıldığı devlet töreniyle açılmıştır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında yurt dışına kaçırılmış olan eserlerin tekrar yurda getirilmesine başlanmıştır. 3 Nisan 1924’te Atatürk öncülüğündeki Bakanlar Kurulu kararı ile Topkapı Sarayı’nın müze olarak ziyarete açılması kararlaştırır. Atatürk, 1934 yılındaki son ziyaretinde sarayın kütüphanesinde bulunan; Piri Reis’in Amerika haritasının gizli kalmamasını, dünyaya tanıtılması ister.
Atatürk, 1929 yılında Ayasofya’nın harap halini görür. Avlusu kahvehane olarak işletilmekte, çatısında güvercinler uçuşmaktadır. Binayı Maarif Vekâleti’ne bağlayarak müze olmasını sağlar. 324-327 yıllarında tamamlanan Ayasofya 911 yıl kilise 481 yıl cami olarak kullanıldıktan sonra, 1934 yılından bu yana ülkemizde ve dünyada en çok ziyaretçisi olan müzelerden biri olarak hizmet vermiş, 2020 yılında bu karar iptal edilerek yeniden cami statüsüne alınmıştır.
Tüm hayatını vatanına ve ulusuna adayan Ulu Önder kültürün bir devlet politikası olduğunu düşünür. Bu topraklarda yaşamış tüm uygarlıkların incelenmesi ve korunması için 15 Nisan 1931’de Türk Tarih Kurumu’nun kurulmasını sağlar ve kendinden sonra da bu çalışmaların aksamaması için mirasının büyük bir kısmını araştırmalarda ve kazılarda kullanılmak üzere bu kuruma bırakır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında toplumun kültürel yönden geliştirilmesinde, aydınlanmasında köy enstitülerinin, halkevlerinin büyük katkısı olmuştur. Halkevlerinde müzecilik konusunda yoğun bir çalışma başlatılmış, bu konuda kılavuz kitaplar hazırlanmıştır. Halkevlerinin siyasi nedenlerle 1950’lerde kapatılmasıyla Türk toplumunun gelişmesine olduğu kadar milli kültürümüz ve müzelere darbe vurulmuştur. Şuanda halkevlerimizin görev ve yetki alanlarının ne kadar yüzeysel bir hale dönüştüğünü gördükçe öfkemi saklayamıyorum.
Son yıllarda çağdaş müzecilik anlayışı ve gösterilen gayretler sonucu Türk müzeciliği dünya müzeleri ile boy ölçüşecek duruma gelmiştir. Avrupa Müze Forumu’nun düzenlediği yarışmada Anadolu Medeniyetleri Müzesi 1997 yılında Avrupa’da “Yılın Müzesi” ile ödüllendirilmiştir.
Günümüzde arkeoloji ve etnografya müzelerinin yanı sıra özel müzelerle de sayıları gün geçtikçe artan Türk müzeciliği, sadece eserlerin sergilendiği depolandığı ruhsuz mekânlar olmaktan çıkmış, halkın eğitimi için ulusal ve uluslararası konferansların yapıldığı, sosyal ve kültürel faaliyetlerin düzenlendiği, sergilerin açıldığı, bilimsel kazı ve yayınların yapıldığı, ülkemiz tanıtımına katkıda bulunan kurumlar haline gelmiştir.
Türkiye genelinde müze sayısı 2020 yılında 467'ye ulaşmış, bunların 199 tanesi Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde, 268 tanesi ise özel müze kategorisinde yer almıştır.
Kent müzelerinin gerçekte bir rota oluşturduğu gerçeğini görmezden gelemeyiz, insanlar sadece bir müzeyi ziyaret etmek için bir şehre seyahat edebiliyor artık. Bu kişileri, sadece müzeye gitmek ve ziyaretleri biter bitmez ayrılmak yerine şehri gezdirmeye ve yerel işletmelerde durmaya teşvik etmeliyiz. Kapsamlı müzelerin yanında butik sosyal müzeler tasarlamak o kente bir dinamik katacak ve kentin kendine özgü kimliğini oluşturacaktır. Bu nedenle her müze bir değere hizmet vermelidir.
Müzeler, toplumumuzun hâlihazırda karşı karşıya olduğu ve gelecekte karşılaşacağı zorlukların çoğunun çözümüdür. Toplumun hafızasını oluşturur.
Bölgemizde yer alan müzeleri sizler için toparlamaya gayret ettim. Zaman yolculuğu yapmak için bulunmaz fırsat olarak görüyorum bu yapıları. Listeyi oluştururken verdikleri destek için Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Tarihi Mekânlar ve Kent Estetiği Şube Müdürü, Sayın Volkan Şenel’e ve Kocaeli Arkeoloji Müzesi Müdürü Sayın Serkan Gedük’e sonsuz teşekkür ederim.
Kocaeli Arkeoloji Müzesi (TC Kültür Bakanlığı)
Atatürk, Redif ve Etnografya Müzesi
Kasr-ı Humayun-Saray Müze
Osman Hamdi Bey Evi
Gölcük Deniz Müzesi (Gölcük Donanma Komutanlığı)
Gayret Müze Gemisi
Hızırreis Müze Gemisi
Pelikan Müze Gemisi
Yarhisar Müze Gemisi
Kaiser II. Wilhelm Köşkü (Milli Saraylar)
SEKA Kâğıt Müzesi (Kocaeli Büyükşehir Belediyesi)
İmre Thököly ve İlona Zrínyi Anı Evi
Mevlevi Anı Evi
Gazi Akçakoca Anı Evi
Selim Sırrı Paşa Konağı
Portakal Hafız Konağı
Kocaeli Bilim Merkezi
Milli Mücadele Anı Evi (Başiskele Belediyesi)
Değirmendere Açık Hava Heykel Alanı (Gölcük Belediyesi)
Gölcük Kazıklı Kervansaray Kültür Yapısı
Gölcük Seramik Evi
Tarihi Karamürsel Belediye Binası – Atatürk Anı Evi (Karamürsel Belediyesi)
İzmit Atatürk Evi (İzmit Belediyesi)
Saatçi Ali Efendi Konağı
Sepetçiler Köy Müzesi
17 Ağustos Deprem Anma ve Farkındalık Müzesi
Kandıra Yelkencioğlu Konağı (Kandıra Belediyesi – Yelkencioğlu Ailesi)
Biliyorum bizim Van Gogh, Picasso, Salvador Dali gibi, tanınırlığı yüksek sanatçılarımız az sayıda, Louvre, British Museum gibi, zamanında dünya tarihinin en nadide parçalarını toplamış müzelerimiz de yok. Fakat eşsiz bir kültürel mirasa sahibiz. Tek eksiğimiz bu mirastan yaratıcı bir biçimde yararlanma niyetimiz. Ülkemizin tarihini ve geleceğini kontrol edebilmek, sahip olduğu mirasın varlığını korumakla mümkündür, çünkü “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür!”…