Kent Serisi 82: BAŞKENTİN MİMARI
Röportaj: Yüksek Mühendis Mimar Kadri KALAYCIOĞLU (1927)
Mimar Kadri Kalaycıoğlu, Türkiye'nin ayak izini tarihe taşımış önemli mimarlarından biri ve özellikle Ankara da 20. yüzyılda hayata geçirilen önemli projeleri ile tanınıyor. Ankara'nın modernleşme sürecinin çok önemli katkıları sağlamıştır. Kalaycıoğlu, İstanbul Teknik Üniversitesi'ndeki mimarlık eğitiminin ardından, 1950'ler ve 60'larda dönemin modernist akımları ve Bauhaus etkisindeki projeleriyle dikkat çekti. Türk mimarlık tarihinde özellikle kamu binaları, sosyal konut projeleri ile anılır. Özellikle modern tasarım anlayışını, geleneksel Türk mimarisinin unsurlarıyla vurgulamaya yönelik projeleri vardır. Bu projelerde, fonksiyonel ve estetik dengelerin kurulmasına özen gösterilmiştir. Ne şanslıyım ki böyle duayen bir meslektaşımla tanışıp sohbet etme olanağı buldum. Ağzından çıkan her kelime bir ışık yaydı zihnimde. Ankara da muazzam zevkle döşenmiş evinde, kendi eliyle pişirdiği kahvenin eşliğinde, yazdığı kitaplar, üzerinde çalıştığı yeni kitabı, tabloları ile tadına doyamadığım bir gündü…
“1927 Ankara doğumluyum. İlkokulu İzmit Akçakoca İlkokulunda okuyup diplomamı Ankara İltekin İlkokulundan aldım. Atatürk Lisesini bitirdim. İlk defa çocukluğumda, dayımdan duyduğum 'Mimar' sözcüğünün peşinden gittim. Öğrencisi olduğum İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nden 1951 yılında Yüksek Mühendis-Mimar olarak mezun oldum.
Çocukluğumda 1930 lu yıllarda 60-70 yaş hayatın sonu demekti. İnsan ömrü çok uzadı. Ayıptır söylemesi ben 96 yaşındayım. Yaş izafi bir şey. Yeter ki bir hedefiniz olsun. Hatta hedefleriniz olsun. Bir tane yetmez, çünkü bir süre sonra şöyle ya da böyle bunu hallediyor insan. Ama ikinci, üçüncü, beşindi, onuncu hedefler olursa, o biterse bunu yapacağım diye sizi ayakta tutan bir destek oluyor. Kendimi bu bakımdan hiç yorgun hissetmiyorum. Bunun yemek içmekle de çok alakası yok bence. Ben fazla yemek yiyen bir kişi değilim. Çocukluğumdan beri yeteri kadar yemek yerim. Ben hiçbir zaman kilo almadım. 1953 yılında düğünümde giydiğim takımı hala giyebiliyorum. Kendimi kısıtladığım bir konu da yok. Bu arada hiç spor yapma şansım olmadı. Şuanda yaptığımız spor yürümek. Ama sağlıklı oluşumu ben şuna bağlıyorum. Bizim neslimiz 40 lı yıllara kadar tamamen katkısız şeylerle beslendi. Su bile katkısızdı. Üzümü dalından yiyordum. Kayısıyı yıkamadan ağzımıza atardık. Kavunu karpuzu bostandan yedik.”
- 20. yüzyılın başlarında, Türkiye'nin yeni başkenti olarak ulusal kimliğin temsili olan sembolik yapılara ve kamusal alanlarda ihtiyaç vardı. Bu yönden vereceğiniz hizmet bir ulusun geleceğini şekillendirecekti. Bu sorumluluk sizde ne hissettirdi?
Tabii bu enteresan bir sual, herkes bunun cevabını veremez. İçinde olup yaşamış olmak gerek. Onun içinde olan şanslı mimarlardan birisiyim. Ben şahsen kendimi mezun olduktan hemen sonra mesleğin içinde buldum. Mesleğin de en şaşalı dönemi. Şuanda bile bir mimarın ne iş yaptığı bilinmiyor. Kaldı ki 80 sene geriye gidin o dönem kimse bilmiyordu. Bizim neslimizin avantajı şu. Bizler o dönemin şartlarında büyük Atatürk’ün Ankara’yı imar etmek için Avrupa’dan getirdiği mimarlara borçluyuz. Bunlar kim? Clemens Holzmeister ve Josef Thorak gibi ünlü bilim insanlarının öğrencileri olma şansım oldu. Bir öğrenci olarak gözümü açtığımda onlarla tanıştım. Onların kalem tutuşu benim rehberim oldu. Bu şans bana hem zaman kazandırdı hem de vizyon sahibi yaptı.
Bir de her şeyin yanında o dönemde binalarını bizlere teslim eden mal sahipleri de çok değerli. 1955 yılında inşa ettiğimiz Tarihi Balin Otel bunlardan biriydi. - Cumhuriyet'in ilk yıllarında Türkiye'de özellikle Ankara’da modern mimarlığın gelişim süreci nasıldı?
Benim çocukluğum o zamanın şartlarında köyde geçti diyebilirim. Fakat şu da bir gerçek ki o dönem Ankara köyden bir farkı yoktu. Ankara’yı Başkent yapan yapılar Bakanlıklar Bölgesi oldu. Bizim görüşümüzü, ufkumuzu açacak binaları görmek o dönemde mümkün değildi. Ailemden sevgili dayım benim bu konuda rehberim oldu. Dayımın vizyonu benim hayatımı şekillendirdi. Onun sayesinde mimar oldum.
- Modernleşme sürecinde Ankara'nın bir başkent olarak yeniden inşasında ne tür zorluklarla karşılaştınız?
Bu zorlukların en önemlisi malzeme yokluğu idi. Çünkü modern mimari demek bir nevi malzeme çeşitliliği, bolluğu demektir. Bizim zamanımızda kum, çakıl, çimento başka bir şey yoktu. Siz yaratacaksınız malzemeyi. Bizim yaratıcı gücümüz sadece beyin olarak binaya şekil vermek, rengi şu olsun diye kararlar vermek. Ama o rengi yaratacak malzeme yok elimizde. Onun için bizler o dönem birçok arkadaşımızı bu malzemelerin üretimine yönlendirdik. Dolayısıyla o dönem mimarisine damga vuracak malzemelerin üretimini yaparak ülkeye kazandıran mimarlar olduk. Malzeme ne kadar bol olursa mimarın hayal gücü de o kadar büyük olur. Bizde o şans yoktu maalesef.
Bizim ülkemizin kaderi de bu koşulları oluşturmuştu. 2.Dünya savaşı kapıda, zaten ülke Kurtuluş savaşından çıkmış çok yorgun. Bizler de o yokluğun içinde yetişmiş meslek sahibi kişilerdik. O dönem içinde bizler 5- 6 mimarlık bürosundan biriydik. Düşünün o kadar azdık. Şuanda her sokağın köşesinde bir mimarlık bürosu var. - Binalarınızda Ankara'nın kültürel veya tarihi özelliklerini modern mimariyle nasıl birleştirdiniz?
O dönem Ankara’sında modern mimari deyince akla sadece Bakanlıkların mimarisi geldiği için yeni yapılan her bina onlardan kopyalanırdı. Modern mimari bu değildi ama. Modern mimari, tanımlanmış ihtiyaçların karşılandığı binalardır. Bu şahıs olur, şirket olur, kamu olur vs. Eğer o ihtiyaçları binalarınızda karşılıyorsanız siz de yeni modern teknoloji ya da yönetmeliğe göre kendinizi uydurmuş olursunuz. Modern bina yapmak saçaksız bina yapmak değildir. Minimalist her bina modern değildir. Bir mimar yaptığı binanın ne maksatla kullanılacağını çok iyi bilmesi lazım. Öyle ki kullanacak kişiden daha iyi bilmesi lazım ki, o bina başarılı ve hizmete açık olsun. Kullanıcıya yön versin. Modern mimari demek sadece estetik, şık ve güzel bina demek değildir. Bu bizim meslektaşlarımızın düştüğü büyük hatadır. Albenisini artırarak modern mimari yaptığını zannediyorlar. Mimar yaratıcı kişidir, mühendis yaratılan şeyi uygular. Ama bu fark iki meslek dalının arasını açtı. Eski bir anım aklıma geldi, Üniversite yıllarımızda İstanbul’daki mimarlık öğrencileri toplu olarak sömestre tatilinde 2-3 günlüğüne Ankara’ya gelir şehri dolaşırdı. Bizde 60-70 öğrenci Ankara’ya gelmiştik. Adet Köşke uğrayıp cumhurbaşkanını ziyaret etmek ve onunla kısa sohbet etmekti o dönem. Köşkten randevu alındı ve köşke gittik. İnönü bizi salonda karşıladı. ( Ben de öğrenci temsilcisi olarak biraz öne doğru çıktım) Teknik Üniversitelilerin sevgi ve selamını ilettim. Bana Akademi ve Teknik Üniversitenin mimarlık öğrencilerinin rekabetini sordu. Ben de şuanda rekabet değil el ele verip bu ülkeyi kalkındırma vakti olduğunu söyleyince çok hoşuna gitti ve omzuma elini koydu. (O gün çekilen fotoğrafı göstererek) - Ankara'daki projelerinizden en önemlisi hangisiydi size göre? Bu projede dönemin mimari anlayışını nasıl yansıttınız?
Benim için en önemlisi Balin Oteldi. Balin Otel benim açımdan ilk en büyük yapıydı. Bana bu proje büyük bir ivme kazandırdı. Ben Ankara’nın sosyal hayatına imza atan bir mimar olduğumu düşünüyorum.
- Başkentte inşa edilmiş yapılar kent ve halk üzerinde nasıl bir etki bıraktı? Gözlemleyebildiniz mi?
Yine Balin Otelden örnek vereceğim. Buluşma noktası burasıydı. Tüm bürokratlar ve diplomatlar burada kalırdı. Siyasetçiler burada buluşurlardı. Bu benim için büyük gurur kaynağıydı. İstanbul’un Pera Palas’ı gibi. İlk defa Türkiye de tüm otel halı kaplıydı. İnsanlar bu otel ile gurur duyuyordu.
- Sizce Cumhuriyet dönemi mimarisinin en temel özellikleri nelerdir?
Bence temel özellikler tam olarak uygulanamadı. Başlangıçta bu konuda çok güzel adımlar atıldı. Bunlardan biri İller Bankası binasıdır. O dönemin şartlarında ve o dönemin mimari anlayışında yaptırılmış olması 30’lu yıllarda, düşünce yapısı devam etseydi bugün Ankaranın mimari tarihi yapısı kendine özgülükle beraber modernizasyonu kendi ölçülerinde ilerletecek bir durumda olacaktı. Ve o bina yıkıldı maalesef. Eğer o dönemin kazandığı ivme devam etseydi Ankara mimarisi ile marka kentlerden biri olurdu. Taklitçilikten kaçınacaktı. Yöneticilerin kalitesi, vizyonu çok önemlidir. Kent hafızasını yaşatmak gerek.
- Kamu yapılarının tasarımında Cumhuriyet'in “herkes için erişilebilir devlet” idealini yansıtırken nelerle karşılaştınız?
Türkiye’de maalesef vatandaşlar her şeyi devletten bekler. Devlet asırlar boyu tebaasına öncü olmuştur. Devlet kültürünce bu devam etmiştir, hatta bunu kabullenir. Devlet her konuda söz sahibidir. Devlet tabii ki bilgili olacak, ilgili olacak, vizyon sahibi olacak, vatandaşından üst seviyede her konuda söz sahibi olacak. Eğer bu seviyeye gelecek vatandaşlarını keşfedebilirse toplum içinde onlara da gerekli değeri verecek. Onların sözünü dinleyecek. Benim şuanda en üzüldüğüm konu kendisini ülkesi için ispat etmiş bizim gibi kişilerin sözlerini ciddiye almamak. Bize danışmamak. Bizim gibi bilgi ve donanım seviyesine gelmiş az sayıda ki kişilerin ağzından çıkan her kelime kayda geçmeli artık. Siz hayal görürsünüz ama bizler tüm gerçekliği ile olayları yaşayıp gerçekleri yansıtırım.
Yaşadığımız bilgisizlik döneminde modern bina ve yeni bir kent inşasını vatandaşa kabul ettirmeye çalışıyoruz en büyük handikap buydu. Her projede kendimizi ideallerimizi anlatıp onları ikna etmeye çalıştık.
- Mimarlık, mühendislik, yazarlık ve ressamlık bir birini nasıl besledi hayatınızda?
Bu bir yetenek meselidir. Bizim meslekte mimarlık yapabilmeniz için her telden çalmak gerekir. Asgari derecede, bunun derecesi yükseldikçe, sizin kariyer seviyeniz de yükselir. Siz resim yapmasını bilmeyen bir kişiye Rembrandt tarzı çiz diyemezsiniz. Bu bakımdan kendimi çok şanslı görüyorum.
- Günümüzün mimarlık anlayışınız sizin döneminizden çok farklı. Yeni nesil mimarlara hangi tavsiyelerde bulunursunuz?
Mesleğini kendi inisiyatifinde yapabilmesi için iyi bir proje/inşaat firmasında en az 5 sene çalışması gerekir. Zamanında gördükleri ve yaşadıkları ne derece bağdaşıyor bunun kararını vermesi gerekiyor. Ve ona göre de meslek hayatının rotasını çizmesi gerekir. Hiçbir zaman çalıştıkları kurumdan maaş alıyorum diye inandıklarından taviz vermemeli. (Tabii günümüz koşullarında bu çok zor) Mümkün olduğu kadar çalışması, görmesi gerekiyor. Farklı ülkeler görmeli, farklı tecrübeler edinmeli. Bizim o şansımız hiç olmadı, ülkenin koşulları belliydi.
- Ankara’nın kentsel mimari gelişimi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bu konuda çok düşünülmüş genel bir üslup olduğunu düşünmüyorum. Kentsel dönüşüm bölgelerine göre farklı farklı gelişmeler gösteriyor. Hâlbuki bir şehir bir bütündür. Bütünlük bir özellik arz etmeli. Avrupa öyle değil. O şehrin temel özelliği varoşlarında bile aynı. Bizde öyle değil, biz de kozmopolit. Gecekonduların ya da meyve bahçelerinin ortasında bir gökdelene rastlamak mümkün. Belediye Başkanları burada çok önemli bir sorumluluğa sahip. Başkanların mimar ya da şehir bölge plancı olmaları onun için çok değerli bana göre. Tabii bunun yanında herkes ülkesi için çalışmalı, makam, para, konum vs için değil.
Mimar Kadri Kalaycıoğlu, Ankara'nın modern mimari yapısına önemli katkılar sağlamış mimarlardan biridir. İşte Ankara'da bazı önemli yapıları içeren imzası:
Ankara Emek İşhanı: 1959 yılında inşa edilen bu bina, dönemin modernist mimari yaklaşımlarını yansıtıyor.
Petrol Ofisi Genel Müdürlüğü Binası: 1967 yılında tamamlanan bu bina, modernist mimarinin bir başka örneği olarak dikkat çeker.
Türkiye İş Bankası Genel Müdürlük Binası: 1950’li yıllarda tasarlanan ve yapımı tamamlanan bu bina, Ankara'nın ikonik yapılarından biridir.
Ankara Ticaret Odası (ATO) Binası: Dönemin modern çizgilerini gösteren bu yapı, Kalaycıoğlu'nun kullanılmayan, ancak aynı zamanda estetik detayları da ihmal etmeyen tasarım anlayışını gösterir.
Gazi Üniversitesi Rektörlük Binası: Kalaycıoğlu’nun Ankara'daki eğitim yapılarından biridir. Modern mimarinin akademik yapılarına da uygulanabileceğini gösteren özgün bir örnektir.
Bu yapılar, Ankara'nın Cumhuriyet dönemi modernleşme sürecinde, şekillendirilen yapılardan bazılarıdır ve Kalaycıoğlu'nun Ankara'daki mimari izlerini yansıtmaktadır.