“Eğer gençliğin ruhunu tarım yapılmayan bir tarla gibi kendi hâline bırakırsanız, orada sadece ısırgan otları ve dikenler yetişir.”
Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Grigory PETROV
Çok şanlı görürüm kendimi, kırsalda büyümüş, kent hayatında yetişmiş, ziraat mühendisliği eğitimi almış biri olarak bırakılan mirasın hep farkında oldum. Değişen küresellikte bir insanın, tarım ruhuna, bilgisine sahip olması ve bunu akılcı bir romantizm çerçevesinde ele alışı, bereketli topraklarda ayrıcalıklı bir hayat modeli olarak geldi bana. Hem çevreci, hem bitkiyi tanıyan, hayatın önemini bilen, hem hayvancılıktan haberdar ve çözüm oluşturabilecek donanıma sahip olmaktan söz ediyorum. Hayati önem taşıyan bir kâğıt parçası diploma değil, bütünüyle bir bakış açısından bahsediyorum… Yani şu popüler kelime vizyon… Vizyon koltukta kahve yudumlayarak kazanılmıyor, beklentisiz çalışman ve üretmen, dünyaya açılan pencereleri zorlaman gerekiyor.
Mühendis ekolüyle yetişirken ülkenin tarım politikasına da hâkim olabiliyorsunuz bir taraftan. Çıkan yasaları takip ediyorsunuz, tarım işçilerinin haklarını dert ediniyorsunuz. Sabah dörtte sıcacık yatağınızdan kalkıp onlarla birlikte tarlada günün ışımasını karşılıyorsunuz. Bu saha; kırsalda kadın, tarımsal ürünler, çevre dengesi, folklor, el sanatları, teknoloji, tarih, arkeoloji, hayvancılık, meteoroloji, bitki ve hayvan bilimi, mimari, tohum, coğrafi işaretleme, kültürel miras, yerel ürün pazarlama gibi konuları toparlayarak ortak bir ruh kazandırıyor insana. Düşünebiliyor musunuz bu bilgilere kısmen sahip olan bir bireyin dünyaya bakış açısını ve dünyaya katkısını…
Bu zenginlikten bahsediyorum. Belki ilk başlangıç tarım ne demek? olmalı bizler için;
Tarım, toprağı ve tohumu kullanarak, bitkisel ve hayvansal ürünler üretmek ve bu ürünlerden daha değerli mamuller elde etmek için yapılan tüm ekonomik faaliyetlerdir...
Tarım dün olduğu gibi bugün de insanoğlunun kaderini belirliyor ve insan tarımsal üretimle varlığını sürdürüyor. Onun için kırsal her zaman önemli oldu. Bugüne kadar büyük yanlışlar yapılmış olabilir, doğaya hak ettiği değeri vermemiş olabiliriz. Teknolojinin hayatımıza giriş ve gelişmesiyle tarımda paralel bir gelişme yaşamamış olabiliriz. Ama artık bizler doğanın bir parçası olduğunun ve varlığının da bu doğal yaşam içerisinde mümkün olabileceğinin acilen farkına varmalıyız. Doğaya ve tarım alanlarına büyük zararlar veriyoruz. Anadolu toprakları ve kültürü, her dönemde evrensel değerler oluşturup, onları günümüze taşıyarak uygarlığa öncülük etmiştir. Anadolu, binlerce yıllık derin bir tarihsel geçmişe sahip, bereketli toprakları ve ayrıcalıklı konumu ile zengin bir mirası bünyesinde barındıran seçilmiş bir coğrafyadır. Kadim “bereketli hilal kültürü” ve ana medeniyetlerin doğup dünyaya kök saldığı toprakların şanslı çocukları olarak mirasımıza tekrar sahip çıkmalı, bu mirasın sorumluluklarını iyi anlamalıyız.
Kırsal alana doğru atılan her tohum yeşerir. Bu sahada yapılan işin niteliği kadar niceliği de önemlidir. Sonrasında işin sürekliliği ve takip edilmesi de. Kentte olduğu gibi kırsalda kadın girişimlerini ve istihdamını çok önemsiyorum. Hatta hayat meselesi haline getiriyorum. Kariyer hayatım boyunca çalışmalarımla kırsalın insanının hayatlarına bakış açısı kazandırmaya gayret ettim. Teknolojiden sonuna kadar faydalanmalarını ama gelenekselliklerini de muhafaza etmelerini salık veriyor ve destekliyorum. Kültürel miras düşünce yapısını onlarda oturtmaya çalışıyorum. Yerellerinde neye sahip olduklarının farkında olmalarını ve öznelerini bozmadan korumalarını. Bu düşüncem sadece kendi topraklarım için değil tüm dünya topraklarındaki kırsal hayatlar için geçerli.
Yerelin her konuda çok kuvvetli ve tetikleyici güç oluşunu tüm hayatımda takdirle izledim. Büyümenin ve gelişmenin yerelden genele olacağına inananlardanım. Çekirdek ailenin iç dinamiğini sağladığımız zaman büyük aileye katkı sunarak, şekillendireceğimizi biliyorum. Yerel yönetimlerde çalışmaya duyduğum istek hep bu nedenle olmuştur. Kadın konusuna özellikle odaklanmam ise kırsalda kadının gücünü çok iyi bilmemden kaynaklıdır. Nesilleri yetiştiren kadınlar, toplumda erkeklerin sahip olduğu haklardan mahrum bırakılmamalıdır. Çünkü ülkelerin topyekûn kalkınmasının temeli, kadın-erkek demeden aktif olarak ekonomik hayatta üretim faaliyetinde bulunmaktan geçmektedir. Aksi halde konforlu bir hayattan söz etmek imkânsız hale gelirken, ülke kendi öz varlıklarından koparak yani fakirleşerek yok olmaya mahkûm konuma gelir. Bu nedenle özellikle kırsaldaki kadın istihdamının artırılması, ekonominin gelişmesi ve ilerlemesi için en az erkek istihdamı kadar önemlidir.
Kocaeli Bölgesinin tarımsal öneminin göz ardı edilmesi beni her zaman öfkelendirmiştir. Sarayın mutfağı niteliğinde olan bu şahane coğrafya, kendine has kıyı kültürünün, deniz ekolojisinin ve tarımsal stratejisinin oluşturulması, uzun zaman alışı ve siyasi rant getirmeyişi sebebiyle kent yöneticilerinin öncelik listesine girememiştir. Gelişen kontrolsüz sanayi ile de bu konu çığırından çıkmıştır. Fakat gelecek yıllar bize toprağın ve denizin ne denli önemli olacağına dair tüm sinyalleri vermişken kent yöneticilerine önümüzdeki nesil için (gelecek 25 yıl) ciddi, gerçekçi ve somut bir planlama yapma zorunluluğu getirecektir.
Bazen, aynı kaynaktan beslenen fakat çok farklı sahalarda eğitim ve çalışma hayatım olduğunu düşünürüm. Olayları tersten düşünebildiğimi fark ettiğimde babamın öngörülerinin de ne kadar yüksek olduğunu da anladım birtakım hayati konularda. Babamın Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı bölümünü bana ısrarla seçtirirken, en büyük idealime ket vuruş cümlesi "Türkiye ziraat ülkesi ve sen bu ülkeye hizmet vereceksin" olmuştu. Onun hayal ettiği gibi bilinçli bir ziraat mühendisi etiketini aldım ve alanımda fazlaca çalıştım. Bunu takip eden eğitimlerimin hepsi bu kaynağa bağlandı. Ve hatta dikkat ettim de hep kırsal alan projelerinde, tarımın içinde yer aldığı programlara dâhil oldum, farklı sahalarda savaşmama rağmen kadınla tarımı hep birbirine bağladım, bir baktım kırsalda kadın konusu benim konum olmuş...
O dönemden bugüne; ziraat ülkesi olma yolunda ittire kaktıra giderken, önce ziraatı (agriculture) sonra hayvancılığı (farming), daha sonra bitki dokumuzu (plant texture) havamızı (air), suyumuzu (water) denizimizi (sea), bir türlü dünyaya damgamızı basamadığımız deniz ürünleri / kıyı kültürümüzü (seafood/coast - dünyada eşi benzeri olmayan üç tarafı denizlerle çevrili ve dört farklı denize sahip olmamıza rağmen) bulamadan kaybettik. Binlerce yıl her anlamda bereketin ne manaya geldiğini dünyaya anlattığımız topraklarımızda şuanda buzlar ülkesinden mercimek alacak noktaya taşıdık.
Ben 7 bölgemize ait endemik bitkilerle donanmış, dışarıdan tek bir gram bir şey almamıza ihtiyaç duymadığımız, yaz mevsimi ayrı, kış mevsimi ayrı meyve sebzelerle depoları dolu, ovalarımızda topraklarımıza ait hayvanlarımızın otlatıldığı, etrafımızı çeviren 4 ayrı deniz, 4 ayrı kültür, 4 ayrı deniz ekolojik ürünlerinin bolluğu içinde şımarıkça yaşayan ve dünyaya cüretkârca bakan bir kadın olmak istiyorum.
Sözün özü, belki babam başımıza gelecek felaketleri önceden görüp "Türkiye ziraat ülkesidir" derken bu konuda aklın/fikrin/dimağın her daim açık olsun demek istedi... Belki de hepimizin bu gerçeği hatırlamasını ısrarla not düştü.
Kentlerin yöneticileri, gençler, kadınlar ve erkekler "Türkiye bir ziraat ülkesidir."
Lütfen U N U T M A Y I N...