“Bir şehir, farklı türde insanlardan oluşur; benzer insanlar bir şehir meydana getiremez.”
Yunan filozof Aristoteles
Amerikalı ünlü tasarımcı Milton Glaser'ın New York City evrensel sevgisini temsil eden ikonik “I (kalp) NY” logosunu 1977 yılında yaratmasının üzerinden 45 yıl geçti. O zamandan beri, ülke çapındaki şehirler kendileri için kazanan markalar yaratmak için milyonlarca yatırım yaptı. Ama hiç biri bu kadar popüler olmadı.
İster tanınan bir metropol ister küçük bir kasaba olsun, şehrinizin markasını başarılı bir şekilde tanımlamak ve tanıtmak, turistleri çekme, ilgi uyandırma ve yatırımcıları iştahlandırma seviyesinde büyük faydalar sağlayacaktır. Sadece “I (kalp) NY” kampanyasının ilk dalgası, kent için 28 milyon Dolar’dan fazla ekonomik faaliyet üretmesiyle biliniyor. Fena mı, bir kent için ne büyük bir kaynak…
Ancak son yıllarda belediyelerin başarısız veya tartışmalı bir marka yaratma çabaları pahalı bir kamu utancına dönebiliyor. Ülkemizde kentleri simgeleyen yerel tasarımların bazılarına ne kadar gereksiz paralar yatırıldığını sık sık takip ediyoruz. Bu tasarımların sadece devlete finansal açıdan verdiği zararların yanında, tanıtım bölümünde ki utancın ve başarısız bir markalaşma çabalarının vatandaşa getirdiği yüklerin de hepimiz farkındayız.
Kentlerin markalarını doğru bir şekilde tanımlayıp haritaya koymak kolay değil, uzun yıllar sürebiliyor. Azim, sabır ve çalışkanlık istiyor tabii…
Kentler varlıklarının envanterini dürüstçe çıkarmalıdır.
Kentler gerçekçi olmalıdır, markalaşma olmadığınız bir şey gibi davranmak değildir.
Karşı tarafa vereceğiniz mesaj net olmalı. Özellikle küçük bir şehirseniz, enerjinizi ziyaret ettirecek tek bir nedene odaklayın.
Bir yer duygusu yaratın, meydanlar veya ikonik bulvarlar en yaygın oluşturulan yerlerdir. Ankara’nın Kızılay Meydanı ya da İstanbul’un İstiklal Caddesi örneğinde olduğu gibi. Özellikle parklar, şehir merkezleri, açık hava pazarları, göller ve hatta sokaklar güçlü, olumlu bir yer oluşturma etkisine sahip olabilir.
Markanızın vaat ettiği deneyimi insanlara sunun. Harika bir slogan, bir şehri benzersiz ve istisnai kılan şeylere odaklanmaya yardımcı olsa da, markalaşmanın yalnızca bir slogan ve bir logo olduğunu düşünmek yanlış olur. Markalaşmayı, bir deneyim aracılığıyla verdiğiniz bir söz olarak düşünün.
Toplulukları kente dâhil edin. Sürdürülebilir bir markalaşma çabası, geniş katılım gerektirir. Şehrinizin markasını bir toplantı odasında yaratmayın. Küçük işletme sahipleri de dâhil olmak üzere her düzeyde etkili topluluk liderlerini ve sakinleri dahil etmek için bir süreç oluşturun. Onlar hevesli marka elçileri olacaklardır. Pazara girdikten sonra, tüm paydaşların şehir markasıyla bağlantı kurmasının faydasını görmelerinin yollarını arayın ve teşvik edin.
Güçlü bir marka kimliği, bir şehir için büyük ve uzun vadeli bir yatırım getirisi sağlayabilir. Bu tür bir yatırım getirisi sağlamak için, şehrinizi özel yapan şeyin ne olduğunu tanımlayarak ve rafine ederek başlayın.
Gelelim başlığıma, “Rögar Kapakları”…
Bu sabaha karşı uzun zamandır istediğim bir bölgeyi tanıma deneyimimden geri döndüm. Yorucu bir yolculuk ve bünyemin alışık olmadığı bir iklim yaşamış olmamın dışında, uzun bir zaman kendime gelmek istemediğim, yaşadığım her detayı an ve an hatırlamak istediğim günler geçirdim. İnandığım, inanmadığım, bildiğim, bildiğimi sandığım, garipsediğim ya da normalleştirdiğim doğrularımın yüzeye çıkması gibi bir histen bahsediyorum.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin kentlerini, yaşam alışkanlıklarını ve değerlerini detaylıca araştıran, gezen ve anlamaya çalışan herkesin yaşadığı karmaşık duygular bunlar tabii. Çok detaylı yazmam gereken o kadar çok konu var ki bu bölgeye dair, yeri geldikçe birkaç yazı dizisi olacaktır eminim.
Şimdilik başlık olarak bahsetmem gerekirse, bu bölgede gördüğüm kentlerde siyaset ve siyasetçi hakkında konuşulmuyordu, sahip oldukları öz değerler siyaset üstüydü. Hangi kentin hangi harflere sahip siyasi partiler tarafından yönetildiğini hiç merak etmedik nedense, çünkü kentte her şey politikanın sığ halinden çok kıymetliydi. Kentlerde ki insanlar her şeye rağmen öz değerlerinden vazgeçmemişler hatta tüm farklı inanışlar birbirini besler duruma gelmiş.
Şehrin göbeğinde kilise olması kimseyi rahatsız etmiyor, kentin hemen göbeğinde olan caminin rahatsız etmediği gibi. Yanlış yönlendirmelerle yürütülen siyaset, halka büyük bedeller ödetse de halk kendi anlayışından sapmamış. Sayısız ev yapımı Süryani Şarabı imal eden dükkânların yanında bölgeye ait kahveler satılırken, diğer yanında da muazzam reyhan şerbeti içebiliyorsunuz. Hemen her caddenin üzerindeki minik sokak fırınlarından buram buram tarçın kokan Süryani Çöreklerini almak için her zaman uzun sıraları görmek mümkün. Sanat ve sanatçılar sokakta halkla iç içe. Yemeniciler, bakırcılar, telkâri ustaları, taş yontucular sokakta gözler önünde halkla sohbet ederek çalışıyorlar. Eşsiz mutfak kültürü ve misafirperverlikleri caddelere taşmış durumda, tadım yaptırmak için yarışan esnafın samimi olarak bir beklentisi yok, ikramlar, yemek porsiyonlarının büyüklüğü, fiyatların makul oluşu da bu konuya bakış açılarını gösteriyor.
Kent olarak baştan yaratmalarını gereken bir durum yok kısaca, varoluşları marka hâlihazırda. Göbeklitepe, Beyaz Su, Midyat Evleri, Kıllıt Köyü, Hasankeyf, Harran Üniversitesi, Balıklıgöl, Ulucami, Selahaddin Eyyubi Cami’si, Sülüklü Han, Ziya Gökalp Müzesi, Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi, Ahmed Arif Müzesi, Sıra Geceleri, Halfeti ve Dara Antik Kenti için yeniden bir marka oluşturmaya gerek yok, korumak yeterli.
Mardin sokaklarında yürürken rögar kapaklarına bakmadan geçemiyor insanlar, benim gibi fotoğraf çekenler var mı bilmiyorum ama dönüp tekrar bakanları da gördüm. Belediyenin adının yazdığı rögar kapaklarının üzerinde Mardin’in taş yontma desenleri mevcut. Benim gibi desen çalışanlar için arşiv niteliğinde bir çalışma olmasının yanında merak uyandıran bir kent markasının insanlara doğal yollarla tanıtılması beni fena halde cezbetti. Kentin sokaklarında adım başı yapılmış olan sevimsiz ve istenilmeyen rögar kapaklarının yerine sanatsal kapakları fotoğrafladığımı gören turistlere, doğal olarak kent kendini anlatıyordu sanırım.
Bu küçücük detayla Gaziantep de de farklı bir sanat yöntemi ile karşılaştım. Dünyanın en önemli antik kentlerinden biri olan Zeugma Antik Kenti, Roma İmparatorluğu döneminden kalma evlerin ve villaların tabanlarını süsleyen mozaikleri, kent baraj suları altında kalmadan önce başlatılan kurtarma kazıları sonucunda ortaya çıkartılmıştır. Kazılarda ortaya çıkartılan, toplamda 2 bin 500 metrekarelik bir alan kaplayan ünlü mozaikler Gaziantep şehrindeki Zeugma Mozaik Müzesi'nde sergilenir. 1700 metrekarelik mozaik ile dünyanın ikinci büyük mozaik müzesi olma özelliğini taşıyan müzedir. Yaklaşık 3 yıl boyunca "dünyanın en büyük mozaik müzesi" unvanını taşıyan müze, bu unvanını, 28 Aralık 2014 tarihinde açılan Hatay Arkeoloji Müzesi'ne devretmiştir.
“Çingene Kız” (Zeugma antik kentinde, 1998 - 1999 döneminde Belkıs Harabelerinin kurtarılması sırasında bir villanın 300 m2'lik tabanının parçası olarak, üzerindeki sütunun kaldırılmasıyla bulunmuştur) mozaiği ise eşi benzeri olmayan güzel detaylara sahip bir eserdir. Kentin bütün rögar kapakları Podima (Rodoskari tekniği; Kelime anlamı ile “Yürüme Yolu” anlamına gelen podima, çok eski zamanlara dayanan bir yer taşı (çakıl) döşeme tekniği ile çerçevelenmiş. Antik Roma ve Antik Yunan'da soyluların geçeceği yollara ve saray bahçelerine döşenirdi.) denilen bir taş döşeme sanatı ile çerçevelenmiş, o çirkin kapaklar bakmaya doyulamayan birer sanat eserine dönmüştür. Mozaik ve taş işleme kentinden beklenen bir hamle değil mi?
Sadece bir rögar kapağı ile kentini bu kadar güzel sahiplenmek ve anlatabilmek kolay değil aslında belki de çok kolay. Üzerinde düşünmek gerekiyor, sadece sağlam bir ekiple kent için çalışmak gerekiyor. Seçimden seçime yatırım değil kendisinden bir nesil sonraya bırakacakları değerleri planlamak ve kentini korumak gerekiyor.