Bir sabah evden çıktım
Sokaklar ışıl ışıldı.
Dört yanım günlük güneşlik
Tertemiz bir hava ciğerlerimde
Nereye baksam mutluluk, umut, sevgi
Nereye gitsem bir uçarılık yüreğimde
Alışmadığım iyimser duygular
Gökyüzü inadına mavi
Yaşamak inadına güzel
Bu nasıl şehirdir böyle
Ümit Yaşar Oğuzcan...
En samimi merakımdır; kentin genel ve yerel siyasetten nasıl etkilendiği. Bu cümle belki 30-40 yıl önce büyük bir karşılık bulmuyordu ülkemde. Siyaset altında bu kadar köşeye sıkışmış da değildik o yıllarda. Her şey kent ve kent insanına odaklı düşünülürdü. Bu yazıyı hiçbir siyasi tarafa yakın hissetmediğim ve siyasete resmi olarak hiç dokunmamış bir kişi rahatlığı ile yazıyorum. Verdiğim eğitimler sayısız siyasi isimle sohbet fırsatı doğurmuş ve onların kentlerine bakış açıları hakkında bilgi sahibi olmama neden olmuştur.
“Kentin siyaseti olamaz” cümlesi genel çalışma prensibim oldu. Bu nedenle çalışma hayatımda vizyon açısından taban tabana zıt beş farklı yerel yönetici ile mesai yaptım. Ülke siyasetini ciğerlerimde hissettiğim, bazen hoşnut bazen de kanımın donduğu sahneler yaşadım.
90 ların başında Ankara Büyükşehir Belediyesinde, dönemin belediye başkanının akılda tutulması gereken bir bakış açısı, görev anlayışımı oluşturdu. Her gün personeli ile birlikte aynı yerde ve aynı yemeği yiyen, binlerce personelini ismen tanıyan, yaptığı işleri takdir eden, personelini her daim koruyan “siz mutlu olursanız bu şehir mutlu olur” diyen bir başkandan bahsediyorum, “Belediyeyi bir üniversite olarak düşüneceksiniz, bu kentte yaşayanlara ve gelecek kuşaklara daha iyi nasıl bir kent yaratacağız, araştırıp, uygulayacağız, sadece bunun peşinde koşacağız. Siyaset sizin gündeminiz asla olmayacak, siyaset için yanlış olsa da kent için doğru olandan korkmayacaksınız. Bizim dönemimiz gelecek dönemlere örnek gösterilecek, bunu asla unutmayın. ” sözleri de aynı kişiye ait. Mensup olduğu parti, belediye çalışanları için önemli miydi, kesinlikle hayır… Tüm personel kent için çalıştığının farkındaydı. Belediyenin işleyişinde kentte devrim yaratacak dev projeler yürütülürken siyaset konuşuluyor muydu, belediye içinde görevli uzman çalışanlar siyaseten korku tüneline sokulmuş muydu, hayır… Hepimiz konumuzla ilgili eğitimlere gönderiliyor, kütüphane araştırmaları yapıyor, bilim insanlarının görüşlerini alıyor ve attığımız her adımın savunmasını yaparken başkanın “bu projenin önümüzdeki 10 ve 20 yıl içinde kentte nasıl bir değişim yaratacak, açıklayınız ” sorusunun cevabını verme zorunluluğumuz vardı. Kulağa ne güzel geliyor, efsane değil mi? Oy ve makam kaybederim korkusu olmayan cesur cümleler bunlar… Belediyenin içi üniversite koridorlarında dolaşıyormuş havasında ve şuanda ülkemizin geleceği ile ilgili cümle kurabilecek nitelikte olan değerli bilim insanları ile doluydu. Onun içindir Ankara’nın gelişmesindeki en enerjik zamanlardan biridir bu dönem. Dediğim gibi siyasi yönünü hiç ele almıyorum. Ama şu var ki siyasetin gerçekleştirebilme gücü çok iyi uygulanmış bir modelin içinde yer almak kişisel olarak verimliydi.
Türkiye’nin tüm kentleri farklı kimlik ve kültür kodlarına sahiptir. Bu kodlar oluşurken göçler ve aldıkları etkiler çok değerlidir. Bu güçler dengesinde siyaset tam da merkezdedir. Siyasi söylemler eğer kentli ile doğru bir etkileşim sağlayamazsa kentsel yaşamdan soyutlanmış bu kişiler, kendini kentli olmayan kimliklerde bulurlar. Bireyler, kentte sıkı sıkıya yapıştıkları cemaat kültürünü ve etnik kümeleşmeler içinde kimliklerini yaşamaya çalışırlar. Hemşerilik devam ettiği sürece geleneklerini kentte de sürdüreceklerine inanırlar. Bunun için kentin siyasallaşması ip üzerinde yürümek gibidir. Kentin huzuru için önce bu denge kurulmalıdır. Yöneticiler yaşadığı kenti ve insanlarını sevmelidir. Sokağındaki ağaçlarını, denizinin temizliğini, mahallesindeki dört ayaklı dostlarını yürekten önemsemelidir.
Mimar Doğan KUBAN hocamın bir kitabında kente yön veren siyasilerin ders alması gereken öğretisini dinlemiştim;
Bir kentte,
Parmak ucuna basan, ayakta duramaz.
Kibirli yürüyen, mesafe kat edemez.
Kendini öne çıkaran, dikkat çekemez.
Kendisini haklı gösterene kulak verilmez.
Kendini övenler takdir edilmez.
Başarıyla övünen sonunu hazırlar...
Yerel siyasetçilerin öncelikle kent için bakışı net anlaşılmalıdır. Odak noktasını kent ve kentli kavramına oturtarak, kentin tüm dinamikleri ile el birliğiyle dingin çalışmak mı, nezaketli kent diyalogları mı, kentin günümüz gelişmelerine ayak uydurabilmesi mi, kentin sahip olduğu tarihsel ve doğal zenginlikleri bilinçli yollarla ortaya çıkartarak kendine yeterli bir nüfus oluşturmak mı yoksa tipik günümüz siyaseti gibi gerilim yaratmak, dalgalanmalardan beslenmek ve kentin kutuplaşmasına sebep olmak mı?
2021 Türkiye’si bu konuda eksikleri çok olan bir ülke. Yerel düzeyde bile merkeze bağlı bir siyasal davranış söz konusu. Yerel rantın paylaşılması bile hala merkezden gerçekleşmekte. Ortaçağ kentlerinde “ kent havası insanı özgür kılar ” düşüncesi hakim, Yunan ve Roma’da siyaset, kentlerin gelişmesine büyük etkenken, Türkiye’de merkezin kontrolündeki kentler maalesef insanı hiçbir zaman özgür kılmadı. Huzurun mekanı olması gereken kentler zamanla rant ve çıkar paylaşım mekanları haline döndü. Yapılan reformlar yetmedi. Yerel yönetim ve merkez ilişkilerinin koordinasyon düzeyine çekilmesi başarılamadı. Yerel yönetimlere ilişkin yasalarda kent halkının kent yönetimine katılımı sağlanamadı ve hemşerilik bilinci oluşturulamadı. Ama daha da önemlisi kent yönetimleri, kentlileri kentle bütünleştirecek kurumlar haline dönüşemedi. Kentin önceliklerine göre eylem planları halka yansımadı. Kent konseyleri ile karar alma süreçlerine belli bir kesimin katılabilmesini sağladı fakat sürdürülemedi.
Siyaset, mal ve hizmetlerle, maddi ve manevi değerlerin, bir erk tarafından paylaştırılması anlamına gelir. Kentsel siyaset ise, bu değerlerin kente adil şekilde paylaştırılmasıdır. Kentin yarattığı tüm değerlerden kentte yaşayan herkesin hak ettiği şekilde payını alması esastır. Evinizde kullandığınız doğalgaza ne ödeyeceğimiz, çeşmeden akan suyun metre küpü ne kadar olacağı, kapının önüne koyduğunuz çöp vergisi, kent ulaşımı, yeni konut üretimi ile ilgili planlamalar yaşamsal konulardır. Bir kenti yönetenlerin siyasetten bağımsız bir yönetim anlayışına sahip olamayacakları kesin. Artan kaynak sorunları, yerel yönetimlerle devlet arasındaki ilişkilerde gerginlikleri arttırdı. Bir de buna siyasal erk kavgası eklenince kent sakinleri bunun altında ezilmeye başladı. Kent, siyasetten uzak bir yaşam sistemi değildir. Kentin geleceği ve hatta kendi geleceğimizle ilgili planlar bizim refahımız için mi planlanmakta, yoksa egemenlerin egolarına denk düşecek şekilde mi planlanmakta bunu ayırt etmeliyiz.
Her iki koşulda da bundan sadece etkilenen kentte yaşayanlar olacaktır. “Kültür, her şey bittikten sonra elde kalandır.” sözünü çok severim, çok kapsayıcıdır. Hep birileri gelecek, birileri gidecek, en kudretli bildiklerimiz dahi yenilecek, en zenginler sürünecek, en devletliler pespaye olacak. Dünya, aşağı yukarı bundan ibaret.
Sait Faik’in dediği gibi "Her gün yüzlerce tren, binlerce hikâye getiriyor bu kente, binlerce hikâye de alıp götürüyor." O halde sizin hikâyeniz de, siyasi kalitenize denk olsun…