Belki de Nazım Hikmet’in kitabı vardı çantanda. ‘’Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine’’ şiirini okumak için Diyarbakır Newroz /Nevruz alanında.
Ya da Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şiir kitabını almıştın yanına ‘’ sen olmasan öldürmek ne / çürümek ne zindanlarda / özlem ne ayrılık ne / yokluk ne yoksulluk ne / ilenmek ne dilenmek ne / işsiz güçsüz dolanmak ne / gün gün ile barışmalı / kardeş kardeş duruşmalı / koklaşmalı söyleşmeli / korka korka yaşamak ne’’ şiirini sevdiğin için.
Veya Enver Gökçe’nin şiir kitabını yüklemiştin sırtına‘’ Beni şehir şehir beni / Beni köy kent beni / Beni usul, beni yolca götür / Kardeşlik treni! / Ağır yaralılar taşıyorum / İncinmesin kollarım, ayaklarım, ellerim / Işıltılı gündüzlere gitmeliyim / Acılar, darağaçları, kelepçe demirleri! / Bayram şenliklerine, / Demokrasi şenliklerine gitmeliyim’’ dediği için şair bir şirinde.
Uzun bir kışın ardından, odunun, kömürün, karbon monoksit solunan gecelerin ardından, yağmurlu günlerin, karlı caddelerin ardından bahar gelmişti ya! Kazakla, çorapla yatılan uykuların, üşüyerek uyanılan sabahların, geç biten derslerin ve zor geçen sınavların ardından güneş vurmuştu ya o sabah pencerene, belki de bu yüzden batmıştı gözlerin şiire.
Bahar çalmıştı ya kapını, kuş sesleriyle uyanmıştın ya o sabah, belki de çiçek kokularıyla beraber güzel bir kadının hayali düşmüştü aklına. Belki de ele geçiriyordu yüreğini ılık bir sevda da, ondan gitmiştin şiir kitabını almak için kitapçıya. Çam ağaçlarının kollarını gökyüzüne açtığı bir parkta elinden tutup, gözlerine bakacak ve ona çantandan çıkardığın Yılmaz Odabaşı kitabından / kendimin ellerinden tutunca / içimden nehirler gibi akmak geliyor / yollara çıkmak, yolculuklara bakmak geliyor / geberesiye içip salaş meyhanelerde / buralardan böyle ceketsiz kaçmak geliyor / sevgilim, iyi insan, tutunca ellerimden / ömrümün içinden akmak geliyor... Şiirini okuyacaktın.
Doğum günü hediyendi belki, arkadaşın almıştı o şiir kitabını sana. Yada annen. Seni seven bir kadın vermişti ya da sayfa aralarına kokusunu sıkarak. İlk yaprağına en güzel sevda sözlerini yazarak... Ve sen belki de Malatya’dan Diyarbakır’a giderken yolculukta okumak için koymuştun o kitapları çantana.
Ama bana sorarsan Ahmet Arif’in şiir kitabı vardı çantanda. Şairin Sur dibinde ki heykelini parçalayanlara inat gidecektin o parka, açacaktın ‘’Hasretinden prangalar eskittim’’ kitabını ve ‘’Gelgelelim, / Beter, bize kısmetmiş. / Ölüm, böyle altı okka koymaz adama, / Susmak ve beklemek, müthiş / Genciz, namlu gibi, / Ve çatal yürek, / Barışa, bayrama hasret / Uykulara, derin, kaygısız, rahat, / Otuz iki dişimizle gülmeğe, / Doyasıya sevişmeğe, yemeğe... / Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri, / Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret / Ve asıl biz biliriz kederi.’’ Şiirini okuyacak, heykeli düştüğü yerden kaldıracak. Gözyaşlarını akıtıp bir beze, şairin çamurlanmış yüzünü silecektin. Ama yapamadın kardeşim.
*
Diyarbakır Valiliği, ilk açıklamasında senin “Çantamda bomba var hepinizi öldüreceğim” dediğini iddia etmiş, polislere bıçakla saldırıp, alana doğru koşmaya başlaman üzerine ‘canlı bomba ihtimalin‘ göz önünde bulundurularak vurulduğunu bildirmişti. Sonra fotoğrafların çıktı. Üzerin yarı çıplaktı. Elinde ki bıçak düştü. Sırtından vurdular seni sen yere düştün. Kana bulandı baharın ilk günü. Olay yerinde bulunan gazetecilerse çantandan bomba değil şiir kitaplarının çıktığını gördü. Yazdılar gazetelerinde.
Şimdi elinde kemanın ve arkanda duran Ahmet Kaya fotoğrafın bizlere nefretin ve kinin yok edilmesi gerektiğini bir kere daha hatırlatır arkadaşım. Keman çalan ve çantasında şiir kitapları taşıyan insanların yaşaması adına, baharın, barışın ve özlemini çektiğimiz hayatın yaşanması adına, sevginin egemen olduğu bir yeryüzü kuralım…