Ne sizin zulmünüz bitti nede biz sevmekten vazgeçtik. Eşitsiz bir kavgaya giriştik yıllar boyu. En adi silahlarınız ve insanlarınızla geldiniz. Bizse elde çıplak bir onurla direndik.
Tanık olmadık hiç. Ağızlarınızdan bir gün tek güzel kelime çıkmadı. Tersine ayrıştırdınız, hedef gösterdiniz kin ve nefret tohumları ektiniz insan beynine. Ömrü mutsuzluklarla geçen sırtı eğik insanlara; sizden güçsüzleri ‘’ezin’’ dediniz. ‘’Yok sayın’’ dediniz farklılıkları. ‘’Yok edin’’ dediniz azınlıkları. Yetmedi kendi ellerinizle yok ettiniz. Tarih şahit.
Bir gün şiir dinlemedik sesinizden televizyonlarda. Bir kere sokaklarda türkü söylemediniz. Elleriniz cebinizde ıslık çaldığınız dahi görülmedi hani. Şöyle beyninizi verip konuya ''Şu güzelim yeryüzünü daha yaşanılır nasıl kılabiliriz'' demediniz. Ölüm ve zulüm söylevleri döküldü dilinizden. Tehditler cabası. Uzun uzun konuştunuz hepsi birbirine benziyordu. Hiç sustuğunuzu da görmedik ya. Hep siz konuştunuz. En çok siz konuştunuz. Durmadan siz konuştunuz. Bize kelime dağarcığında yer kalmadı.
En doğru düşüncelerin beş para etmediği, akılcı sorgulamaların kar etmediği, mantığın anlamını yitirdiği böyle kifayetsiz bir düzendeyiz şimdi. En hakkaniyetli cümleler dökülse de kalemimizden kâğıda, dilimizden kulağınıza, ne kıymeti var. Nasıl bir taraflaşmadır ki sizin için hep sakıncalı hem de değersiziz. Dört kitapta adı geçen yer burası sanırım, artık haklının değil güçlünün hüküm sürdüğü cehennemdeyiz. Ve övüne de bilirsiniz. Bu sizin eseriniz.
Sizleri alkışlayan eller açlıktan ölürken, alkışlamayan elleri süründürdünüz. Oysa eşitliğin, özgürlüğün kardeşliğin ve tokluğun en büyük erdem olduğu kısacık bir ömrün içindeyiz. Ama siz üstünlüğü, suskunluğu, düşmanlığı ve şükrü önerdiniz. Dayattınız. Yetmedi yaslar çıkarttınız. Ne tuhaf kabulde gördünüz hani.
Biz insanlık tarihinin birikimlerini dilden dile aktarıp nesilden nesile yaşatırken, sizin adınız değişti, yüzünüz değişti, sesiniz değişti, başka insanlar geldi yerinize, yaptıklarınız hiç değişmedi. Hatta bazen arar olduk eskileri. Daha nasıl ifade edilir bilmiyorum işte öyle yıldırdınız bizleri.
Yorulduk. Çok yorulduk da kendimize bile bunu itiraf edemedik. Sussak korkak gibi hissettik kendimizi, gururumuza yediremedik. E! konuşsak da kar etmedi. Bizden önce gidenlere adanmış bir vefa borcuydu inadına yaşamak. Bu yüzden her sabah kalkıp ilk çiçeklere su verdik.
Şimdi sokağa adımımızı attığımız an somurtkan yüzüyle karşımıza çıkıyor kötülük. Kuaföre gidiyorsun senden önce gelmiş. Ekmek alacaksın o para kuyruğunda. Sokaktan adımını çekiyorsun, asgari müşterek yaşamakta yetmiyor ki. Televizyonu açıyorsun kötülük saçılıyor evin ortasına. Radyoda kötülük çalıyor durmadan.
İyi ile kötünün savaşında kötülük işgal ederken her yerimizi, karanlık sünger gibi emerken aydınlığı içine, alışmak istemiyoruz yapılanlara. Teslim olmayı da yediremeyince hayatımıza, deli bir açmazın içinde buluyoruz kendimizi. Bundandır her sabah sesli sesiz bunu sorguluyor uğultular. Bundandır her aksam bu düşünce gelip konuyor aklımızın dalına. Konferanslar bunu konuşuyor ki bilinsin, Sohbetlerde tüm yollar bunu arıyor ki gidilsin. Umut. Umut. Umut. Neredesin?