KAR UYKUSU

İbrahim Karslı

Penceremde uçuşan beyaz kar taneleri eşliğinde kaleme alıyorum yazımı. Yılın adam akıllı bir kış günü geçirdiğini düşünüyorum. Yaşama sevincinin biraz da mevsimlerin döngüsünde olduğunu düşünüp dururum.

Kar, bu kente her zaman garip bir telaş ve çocuksu bir neşe getirir. Ahmet Rasim’den Orhan Pamuk ve Selim İleri’ye edebiyatın çocukluk notlarında da hep bunun izi vardır.

Sivas’ta doğmak bir nevi karla kardeş olmak gibidir. Çok uzun gecelerde bir sobanın yoldaşlığında uyumak, onun tavanda oluşturduğu şekilleri izlemek bir kedi mırıltısını işitmektir mutluluk.

Kar bir yandan beyaz iken bir yandan da siyahtır. Annelerin kömürlükten bellerini tutarak çıkardığı kömür kovasıdır. Bir fakir çocuğun ayaklarına su dolmasıdır. Bir sokak hayvanının titremesi kuşların ekmek kırıntısı için sabahtan akşama kadar uçmasıdır, kar.

Uzun kış gecelerinde anneler ve babalar sık sık uyanır. Soba kontrol edilir, üşüyen yavru varsa üstü örtülür.

İstanbul’a kar yağınca şehir adeta bir masalın geçtiği beyaz bir ülkeye dönüşür. Eksi kışlarını arar İstanbul…‘.İki gündür kar yağıyor Boğazın iki yakası kartpostal gibi… 1929 ve 1954 yılları İstanbul Boğazı’nın donduğunu biliyoruz.

Bu konu İstanbul’un en güzel kış efsanelerinden birisidir. Boğazın tamamen buz tuttuğu hatta iki yakası arasında insanların ve vasıtaların buz üstünden gittiği rivayet olunur. Cengiz Kahraman’ın kitabın girişinde yazdıklarından anlıyoruz ki bu kadarı ‘tevatür’. Ama Boğaz’da buz kütlelerinin yüzdüğü doğru. Biz buzlardan donan Kızılırmak’ta buzu kırıp balık tutanları gördüğümüzden şanslıyız.

Kışla ilgili bu tür abartılı hatıraları mutlulukla yaşatıyoruz. Kocaeli’nin köylerinde ve Kartepe’de insanlar tüm ruhlarını kara teslim ediyorlar.  “Kocaeli yağmur geçiş ikliminde olsa da Kocaeli’ye kar çok yakışıyor.

Sabah erken uyanan oğlum online eğitimi unutmuş kar tatili beklediğini söylüyor. Belimize kadar kara batsak da Sivas’ta okullar kar nedeniyle asla tatil olmazdı. Herkes gibi biz de nasıl yürümemiz gerektiğini bilirdik. Otobüs şoförleri nerede fren yapmaları gerektiğini bilirlerdi. Kuşlar nerden ekmek bulacaklarını bilirdi. Şehir adeta kışa olimpiyat gibi hazırlanır, patates soğan depolanır, tüm mahalle birlikte turşu kurarlardı. Kömür kamyonları her apartmana yanaşır her apartmanda kömür kaloriferini yakan bir görevli olurdu.

Biz kışa alışık olsak da denizlerin lodosuna nemine buralarda alıştık. Herkes içten içe karın o huzur veren beyaz örtüsünün bütün kenti kaplamasını isterken bir yandan da evsiz barksız kim varsa onlar için dua eder. Duyulan neşe ve heyecandan duyulan küçücük mahcubiyet ise ‘Allah dışarıda kalanların yardımcısı olsun’ duasıyla geçiştirilir….

Malum dünyamız ısınıyor. Bir önceki yüzyılda kışlar çok daha uzun sürer, kar daha fazla yağarmış. Hangi karın tutacağını yağışından anlayan eski insanlar için, karın da türleri var. Ahmet Rasim 1924 kışını anlatan yazısına işte bu kar türleriyle başlıyor: “Bu seneki Teşrinisani’nin tam yirmi yedisinde hava karaladı. Eski ‘takvime’ göre ‘Kasım’ın on üçüncü gününe tesadüf etti. Düşen kar ne ‘sulusepken’ idi ne de ‘bulgur’, ‘sinek uçtu’ dedikleri neviden pare pare pervan ve de üftan (uçuşan ve düşen). Gerçi ara sıra savurup atıştırır gibi oldu ise de ne damlarda, kiremitler üzerinde, ne saçaklarda ne de yerde tutmadı. Rüzgâr, yıldız esiyordu, bir ‘kerte’ daha gerileyip ‘karayel’e dönmedi. Dönseydi ‘tipi’ler, arada rüzgar fasıla verdikçe, ‘kuşbakışı’ hatta ‘lapa lapa’, ‘buram buram’ düşerdi.” (İstanbul Kış Günlüğü kitabından alıntıladım)

Ataol Behramoğlu’nun güzel bir şiirini okudum. Bu kar telaşı üstüne yazıyı, Kocaeli’ye has kar neşesi yerine, daha evrensel olan kar romantizmiyle bitirmiş olayım:

“Beyaz, ipek gibi yağdı kar/ Bir kız kardan hafif adımlarıyla yürüyüp geçti hayal içinde/ Arkadaşlarımı düşündüm, sevgili şeyleri/ Sanki her şey bizimle var ve bizimle olacak/ Beyaz, ipek gibi yağdı kar/ Bir kız kardan hafif yüreğiyle/Geçip gitti güvercinleri anımsatarak. (…)”