Gezi Parkı direnişi dolayısıyla Haziran 2013’te yaşanmaya başlanan olayların, Türkiye’de 12 Eylül sürecinin kapanması olarak yorumlanmasına kısmen katılıyorum. Bu direniş, devrimci ve sosyalist örgütlerin üzerlerindeki ölü toprağını attığını gösterdi. Artık kitlesel direnişler içinde yer alma cesaretini yeniden yakalayan, hatta o kitlesel direnişe önderlik etme meselesi üzerinden ciddi iç tartışmalar da yaşamaya başlayan tüm devrimci-sosyalist örgütler, aslında gövdelerinin o kadar büyük olmadığını da anladı. Söz konusu örgütlenmeler, bu direnişi taşıyamaz hale gelince, sürecin sonunda içsel sorgulamalar yaşandı. Hatta bir bölümü kırılma-bölünme noktasına bile geldi.
Öyleyse, soru şu: 12 Eylül dönemi gerçekten kapandı mı ?
Diyelim ki kapandı, ama bu yeni dönem devrimci ve sosyalist örgütlenmeler açısından iyi başladı denilemez. Çünkü, bu alandaki örgütlenmelerin hemen hepsinin bu yeni döneme hazır olmadığı çok açık biçimde görüldü. Hayatın dayatmasıyla yaşamak zorunda kaldıkları olayların boyutunu göğüslemekte zorlandılar. Dolayısıyla içe dönük mücadeleyi seçip, ayrışmalar, kırılmalar ve ucu bucağı belirsiz suçlamalar yaşadılar.
Yukarıda sorduğum soruya yanıt verme zamanı;
12 Eylül süreci tam anlamıyla sona erdi denilemez…
Takvimler 12 Eylül 1980’i gösterirken duyulan tank gürültüleri, izleri bugün bile silinmeyen bir insanlık suçunun gelişini haber veriyordu.
O faşist darbe sonucu;
Bir milyon 683 bin kişi fişlendi, bir milyona yakın kişi gözaltına alındı. 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 517 kişiye idam cezası verildi ve 50 kişi asıldı. 71 bin kişi irtica ve komünizm propagandası suçlamasıyla, 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı. 50 binin üzerinde kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti. Yaklaşık 300 kişi gözaltındayken öldürüldü. 171 kişi işkenceden öldü. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci silahla öldürüldü. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
Veeeeee, cezaevlerinde 299 kişi yaşamını yitirdi.
Bu travmayı atlatmak, hesaplaşmak ve o dönemin sona erdiğini söylemek için, Gezi direnişi benzeri birkaç toplumsal ayaklanmayı kazanımlarla sonuçlandırmak gerekir.
Mesela;
Birkaç yerde yerel yönetimleri kazanıp, sosyalistlerin nasıl bir toplum öngördüklerini uygulamalarla anlatabilmek gerek.
‘Daha fazla direniş’ diyerek, sermayeyi ve onun temsilcisi siyasileri, iş cinayetlerini durduracak düzenlemeleri gerçekleştirmeye zorlamak gerek.
Üniversiteleri yeniden demokratik ve özerk bilim yuvaları haline dönüştürmek gerek.
Bireysel, düşünsel ve örgütsel özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılması yönünde yeterli olmasa da adım atılmasını sağlamak gerek.
Daha fazla şey yazılabilir elbet, ama genel çerçeve, bazı kazanımların elde edilmiş olmasıdır. Ki, korku tünelindeki ışıksız günlerin geride bırakıldığını, toplumun yeniden aydınlık için direnişe geçtiğini gönül rahatlığıyla söyleyebilelim.
Unutulmamalıdır ki, toplumsal uzlaşma metni olan anayasanın iğdiş edildiği, fiilen askıya alındığı bir yerde, direniş meşru bir hak halini alır ve toplumun yeniden örgütlenmesi yönündeki adımların da meşruiyeti tartışılmaz hale gelir.
İşte tam da bu yüzden, ‘’yeni bir cumhuriyet için İLERİ’’ ve ‘’Sosyalist Cumhuriyet için İLERİ’’ diyoruz, diyorum…