Feodal toplumda kadının ev eksenli önemi her şeyin üzerindedir. Ama, yaşamın diğer alanlarında yok sayıldıkları için önemli bir zaman diliminde ikinci sınıf insan muamelesi görürler.
Kapitalist toplumda farklı mı sanki ?
Hayır, bu kez de sömürü katmerleşerek sürer ve kadın ilave olarak ucuz işgücü görülür.
Annelik, iyi eş olmak, üretmek, sabretmek, sineye çekmek, namusunu korumak,
hasta olmaması ondan beklenir.
Ve daha niceleri…
Bu beklentilerin tümüne, bir kaçına ya da birine bile yanıt verememesi halinde sövülür, dövülür hatta öldürülür.
On yıllar öncesinin Türk sineması klasiği olan ‘’Vurun kahpeye’’ filminde olduğu gibi yargısız infaz onu bekler.
Bütün bunları niye yazdığıma gelince…
Birkaç gün önce 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ydü. Çoğu kişi, kurum ya da topluluk kutlama yaptı. Bazı kesimler ise kutlama değil, gerçekte olması gerektiği gibi,
8 Mart 1857’dekidirenişin simgesi olan emekçi kadınları andı.
O tarihte ne olmuştu diyecekleri de kısaca bilgilendireyim…
New York’ta bir dokuma fabrikasında çalışan 40 bin işçi, 16 saatlik işgününün 10 saate indirilmesi ve ücretlerde artış yapılması talebiyle greve başlamıştı. 40 bin kadın işçinin örgütlediği bu grev o zamana kadar ki en kitlesel kadın eylemlerinden biriydi. Eylemi durdurmak isteyen polis kadın işçilere saldırmış, fabrika yönetiminin de desteğiyle binlerce işçinin fabrikaya kilitlenmişti. Bu sırada çıkan yangında içeride kilitli kalan işçilerden 129’u yanarak can vermişti.
Her yıl ilkbahar aylarında farklı tarihlerde kutlanan kadınlar gününün 8 Mart’ta kutlanması kararıysa 1921’de Moskova’da yapılan Üçüncü Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda alındı.
Bu kararla 8 Mart 1857’de yaşamını yitiren 129 kadın işçinin ve 8 Mart 1917’de Şubat Devrimi’nin fitilini ateşleyen grevleri başlatan, “ekmek ve barış” sloganıyla sokaklara dökülen Petrogradlı dokuma işçisi kadınların anısına 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmaya başlandı.
İşte, bu gerekçeden hareketle, yine bir Dünya Emekçi Kadınlar Günü meselesini düşünürken, kadın cinayetlerine ilişkin istatistikler aklıma geldi. Özellikle de, uzun süredir çatışmaların sürdüğü Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki kadınlarımızın durumu içimi acıttı.
Acaba, çatışmalı süreçte, bölgede kaç kadın ölmüş, kaçı sakat kalmış ya da çocuklarından kopartılmıştı ?
Baktım ki, bilgiler sağlıksız da olsa bize kadar ulaşıyor, paylaşmak istedim.
HDP, 31 Ağustos-6 Şubat 2016 tarihleri arasında bölgede ve İstanbul’da yaşanan çatışmalı ortamda 44 kadının öldürüldüğünü açıkladı.
HDP’nin çatışmalarda öldürülen kadınlara ilişkin raporunu köşesine taşıyan Cumhuriyet yazarı Ayşe Yıldırım da, “Öldürülen kadınların kimisine kapısının önünde, bahçesinde, kimisine evinin içinde kahvaltı sofrasında, kimisine de sokakta kurşun gelmiş, havan topu atılmış, şarapnel parçası isabet etmişti” diyordu.
Yakıp yıkılan kentlerdeki ölümleri rakamlara dökebiliriz, maddi hasarı tespit edebiliriz, ama Yıldırım’ın da dediği gibi, ‘’manevi hasarın büyüklüğü’’ ve ‘’Türkiye’nin geleceğine etkisi’’ bugünden ölçülemeyecek.
Cumhuriyet tarihi boyunca, kadınlar hep iktidarların hedefi olmuştur. Bunun çeşitli nedenleri vardır.
Bu nedenlerden ilki, rejimin (çok kısa bir süre dışında) gerçek cumhuriyetçilerin, aydınlanmadan ve devrimlerden yana olanların değil, muhafazakarların ve giderek de gericileşen zihniyetin elinde kalmasıdır.
Ara dönemlerde ise rejim faşist zihniyete teslim edilmiştir.
Dolayısıyla, kavrama ve üretme yeteneği ve doğurganlığından gelen direnme gücü yüksek olan, çocuğunu kendisinden daha iyi yetiştirme içgüdüsüne dayalı olarak ilerici karakteri içselleştiren kadına, saldırılar hep sürmüştür.
(Sürecek)